"Hayallerimin ülkesinde yanlış bir zaman diliminde olmalıydım.
Ya da kaderin bahşettiği zorlu bir hayalin içinde savaşmak durumunda kalmıştım. "
***
Gözkapaklarım yavaş bir ağırlıkla açıldığında ilk olarak görüşaçıma puslu görünen beyaz bir tavan girdi. Daha net görmek için ise gözlerimi birkaç kez kırpıştırarak başıma giren ani sancı ile derin bir nefes aldım.
Başım feci bir şekilde ağrıyordu ve vücudum kendini halsiz hissediyordu. En önemlisi git gide netleşen görüş açıma ise daha önce görmediğim nesneler giriyordu.
Bu oda bu eşyalar.. Bana ait değildi. Önceden de görmemiştim. O an bedenimi saran panik dalgasıyla beraber yavaşça uzandığım yataktan doğrularak gözlerimin önünden bir film şeridi gibi geçen anları hatırladım.
Saniye saniye hatırladığım anılar beni endişeye düşürürken üzerime örtülen ince pikeyi kenara çekerek ayağa kalktım. Ani kalkmışım ile biraz sendelesem de kısa sürede toparlayarak kapının kulpunu aşağıya indirerek odadan dışarı çıkıp adım attım.
En son bir kapıdan girmiştim. Sonra ise bambaşka bir sokakta onu görmüştüm. Kapüşonlu giymiş Asyalıyı..
Gördüklerim doğru değildi değil mi?
Ben hala Fethiye'nin Saklıkent'inde Ilgın ile beraberdim. Öyle olmalıydı. Yoksa akıl sağlığımdan gerçekten şüphe edecektim.Dizilerden aşina olduğum klasik ve modern Asya tipinin birleşimi bir koridor ve eşyalar görmemle kalp atışlarım an be an hızlanırken sonunda salon diyebileceğimiz alana gelip etrafa bakındım.
Bakışlarım etrafa her değdiğinde dehşet içinde kaldım. Gerçekten de burası Asya tipi ile döşenmiş bir evdi. Hem de modern olanıydı.
Sonra pencere önünde yaslanmış onu gördüm. Uzun bacaklarını saran siyah dapdar bir kot pantolon, üzerinde ise üst bedenine oturmuş siyah bir kapüşonlu giymişti. Alnına düşen dalgalı siyaha yakın renkteki saçları hafif dalgalanmışken sağ kulağına taktığı küçük zincirli küpeyle fazla sert bir yapıdaymış gibi gözüküyordu.
Yutkunarak elindeki siyah kupayla keskin bakışlarını üzerime dikmesini seyrettim. Nereden çıktığımı sorgular gibi bir hali vardı. Fakat daha çok düz bir ifadesi vardı.
"Şey ben.." dedim mırıltıya yakın bir ses tonuyla. Tek kaşını kaldırmasıyla gözleri hafifçe kısıldı. Konuştuğumu muhtemelen anlamıyordu.
"Türkçe biliyor musun?" dedim utana sıkıla. Şu an garip bir durumdaydık. Ve ben ne olduğunu bir türlü anlayamamıştım.
Cevap vermedi. Muhtemelen sorumu anlayamamanın etkisiydi.
"Hımm İngilizce biliyor musun?" diyerek olmayan yabancı dil aksanıyla sordum.
Sordum sormasına ama bıkkın bir nefes verişi ile elindeki kupayı bırakarak kollarını göğsünde birleştirdi.
"Neyse zaten o da ben de pek yoktu." dedim kendi kendime konuşarak. Bir çözüm yolu bulmalıydım ki derdimi anlatabilmeliydim. En sonunda telefondan çeviriyi açmanın mantıklı olacağını düşünerek arka cebimi yokladım. Fakat cep telefonum yoktu.
Panikle "Telefonum?" dedim sorarcasına. Umarım bildiğim kadarıyla konuştuğum yabancı dili mahvetmiyordum.
Birden hareket eden kapüşonlu Asyalı bana doğru adım atarak tam önümde durdu ve yüzümü inceledi. Ben ise hala telefonumun olmayışının paniğini yaşıyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GEÇİTİN HÜKMÜ "Ruhe"
FantasíaGünün birinde nereden bilebilirdim ki kendimi bir anda hayallerimin yerinde Güney Kore'de bulacağımı. Ama aslında bambaşka bir evrende onunla tanışmıştım. Rae Min Yang.. Yine hayallerimdeki asyalı. Biraz huysuz biraz da sert yapılı biri. Peki kader...