[26] YAŞANMAMIŞ ANILAR

4.2K 402 164
                                    

Size kalbimi acıtan bir şarkı bırakıyorum. Bölüme de çok yakıştı...

•••

Ertesi gün Konya'da hareketlilik sabahın erken saatlerinde başlamıştı. Emame ile Hatice Hanım odalarını toplayıp valizlerini de ayarlamış Emir'le Dilara'nın da hazır olmasını bekliyorlardı.

Öte yandan avluda onları gözleyen, yüreğine dikenli teller batan bir adam vardı. Elinde yere daireler çizdiği dal parçasıyla beyninin çalışıp bir şeyler yapmasını istiyordu genç adam. Yoksa gidecekti güzel gözlüsü. Henüz bir cevap alamadan ayrı kalacaklardı yeniden. Bunu istemiyordu asla.

"Oğlum, ne yapıyorsun burada?"

Hasibe Hanım evladına soru dolu bakışlar gönderirken, Yavuz başını bile kaldırmadan "Yok bir şey anne." Diyordu sakince. Fırtına öncesi sessizlik olmasından kendi bile korkuyordu lakin duygularını kontrol etmekten yılmıştı artık. Ne yapabilirdi ki? Sevmek suç muydu?

"Ne bileyim, sabah sabah seni ayakta görmek şaşırttı beni doğrusu. Neyse neyse. Ben gideyim de hemen sofrayı hazırlayayım. Annemler çıkar birazdan, aç aç gitmesinler."

Yazmasının uçlarını arkasında birleştirip ellerini yelleye yelleye gidiyordu mutfağa Hasibe Hanım. Ne kadar annesiyle anlaşamasalar da, en kıymetlisiydi yaşlı kadın onun. Huysuz da olsa annesiydi sonuçta. Anne sevilmez miydi hiç?

Sofrayı avludaki masaya hazırlayıp, bir şey eksik mi diye kontrol ederken nihayet annesi ve yeğenleri çıkıyordu evden teker teker. Gelinleri Dilara ise ay gibi parlıyordu yine. İçinden MaşaAllah çekerken kendisine tebessüm eden geline genişçe gülümsüyordu kadın. Ne olurdu sanki oğulları da böyle buralardan bir kız bulsaydı? Koskoca Konya bitmişti de gidip Urfa'lardan kız kaçırmıştı deli oğlu. HasbunAllah! "Tevbe Ya Rabb'im..."

"Sabah sabah ne gerek vardı, gidince yerdik biz."

Annesi yine burnundan kıl aldırmadan konuşmuştu. Alışmıştı Hasibe Hanım bu döngüye artık. Suçlu olmasaydı kocası, belki İçerlenirdi kadına. Lakin suçlarını bildiğinden susuyordu.
Dila ile Yahya da geldikten sonra kahvaltı faslı başlamış ve herkes afiyetle yemişti tabakalarına konan kahvaltılıkları.

Uçağın kalkmasına yaklaşık iki saat vardı. Zamanında orada olmak adına teyzelerine teşekkür edip kalkıyordu Emir, Dilara ve Emame. Hatice Hanım ise bir şey demeden bahçe kapısına ilerliyor ve torunlarının ona ayak uydurmasını sağlıyordu böylece.

Kapıyı açıp herkes dışarı çıktığındaysa, Yahya ile Dila içeride kalıyorlardı bile isteye. Dila'nın ailesinin ne yapacağı belli olmazdı. Ortalık durulana kadar buradan adım atmayacaklardı.

"Her şey için teşekkür ederiz teyzeciğim."

"Oy, kurban olurum Yaradan'a. Güzel kızım benim. Allah'a emanet olun."

Emame teyzesine samimiyetle sarılıp en güzel tebessümünü gönderirken, Yavuz'un içi gidiyordu. Bu kadar güzel olmasan ne olurdu, sevdiğim?

"Yavuz, kardeşim. Allah'a ısmarladık. Bir dahakine senin düğüne gelelim. Elini çabuk tut, bu gidişle evde kalacaksın."

"Emir, sen kaşınma bence oğlum! Hem merak etme uzun sürmeyecek, hepinizi şaşırtacağım."

Emir kuzeninin tepkisine kahkahalarla gülerken, Emame sinirle avuçlarını sıkıyordu. Ne demekti uzun sürmeyecek? İstemediğini defalarca söylemesine rağmen dün teklifine cevap vermedi diye mi umutlanmıştı bu kadar? Yok yok, bu adamdan kurtuluş yoktu galiba. Yüreğinin kapılarına koca kilitler vuran Asaf'ı varken Yavuz imkansızlık denizinde boğulup gitmezdi umarım.

RUH-U MESRUR  [✔️]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin