[30] FİNAL

7.6K 497 245
                                    

•••

Ömrüm, demişti onlar birbirine...
Nasıl dayanacaktı Emame, bu plansız gidişe?

Dayanamamıştı da zaten. Duyar duymaz koyvermişti kendini. Ayakta duracak gücü bulamamıştı kendinde. İnsan diğer yarısı olmadan nasıl yaşardı? Bilmiyordu yüreği. Babasını, annesini kaybetmişti fakat bu acı çok Başkaydı. Öksüz ve yetimken, bir de sevdasının acısını tatmıştı ruhu. Artık yaşayan bir ölüydü o.

Apar topar hastaneye kaldırdılar genç kadını. Nefise Hanım'ın ondan farkı yoktu lakin işin ucunda doğmamış torunu olduğundan daha dirayetli durmak için zorluyordu kendini kadıncağız. Öyle bir acıydı ki bu, tarifi imkansızdı. Sahi, evlat acısını tarif edebilmek mümkün müydü? Değildi pek tabii.

Hastanede bir o yana bir bu yana dönüp duran Muhammed Emir'se, hiçbir tepki vermeden öylece boşluğa bakan karısını görüyordu yeniden. Ne kadar sarsarsa sarssın onu, bir türlü Dilara'nın ağzından tek bir laf duyamamak ruhunu yırtıcı bir kuşa döndürmüştü. Yanına doğru bir daha umutla adımladıktan sonra, kadınının oturduğu sandalyenin önüne çöküyordu yavaşça. Ellerini avcuna alıp gözlerine ulaşabilmek için kaşlarını kaldırıyor ve konuşabilmeyi umuyordu.

"Dilara, canım. Bana bak lütfen. Güzelim... Ne olur yapma böyle? Bir şey söyle, tepki ver, ya da ağla ama böyle durma gözünü sevdiğim, korkutma beni!"

En sonunda harelerine inen bakışlarla bir umut kırıntısı peyda oluyordu gönlünde. Dilara'sının gözleri, sanki adamın elalarıyla buluşmayı bekliyormuş gibi dolarken yaşlar boşalmaya başlıyordu solmuş yüzünün üzerine. Sanki ruhu gerilmiş gerilmiş de en sonunda ok misali fırlamış gibiydi bedeninden. Öyle bir hıçkırık kopup geliyordu ki genç kadından, görmek istemiyordu Emir kadının bu halini. Karısının yanındaki boş sandalyeye alel acele oturup kollarını sarıyordu Dilara'nın bedenine. Başını göğsüne usulca alıp, hiçbir şey söylemeden bekliyordu öylece. Ağlamalıydı. Asaf onun hem ağabeyi, hem de babasıydı. Amcası hiç olmamıştı ki! Ya bir baba şefkatiyle sarmıştı yaralarını, ya da bir ağabey kardeş samimiyetiyle gülüp eğlenmişlerdi. Bugün sadece amcasını değil, çocukluğunu da kaybetmişti genç kadın. Tabii ki ağlayacaktı isyan etmeden. Yüreği yanan ağlamasın da ne yapsındı?!

Çok geçmeden ameliyathane kapısı açılıyordu. Dışarıda beliren yeşil önlüklü doktor ve asistan olduğunu tahmin ettikleri iki genç eşlik ediyordu ona. Alnına birikmiş terden bir damla yere firar ederken, yaşlı kadın durumu bildirmek üzere aralıyordu dudaklarını.

"Emame Soydan'ın ailesi?"

"Buyrun doktor hanım, biziz."

Hızla yerinden kalkıp ameliyathanenin önüne geliyordu Muhammed Emir. İçinde kopan fırtınalara inat yel estirmemeye çalışmak zor işti pek tabii.

Konuşmak için kuruyan dudaklarını ıslatıp güç toplamaya çabalıyordu yaşlı doktor. Zira bugün meskek hayatının en zor anlarından birini daha yaşıyordu.

"Siz ağabeyi olmalısınız. Doğum gerçekleşti. Erken ve beklenmedik olması sebebiyle solunum sıkıntısı yaşıyor bebeğimiz, ne kadar uzun sürer bilmiyorum ama uzun bir müddet küvezde kalması gerekecek gibi görünüyor. Dua edelim de başka sıkıntısı olmasın."

Dilara o küçücük canın nasıl acı çektiğini kavramak istemiyor gibiydi. Canı yanıyordu düşündükçe. El kadar bedeni nasıl dayanacaktı, bilemiyordu. İnşaAllah babası gibi o da bırakıp gitmezdi onları. Yoksa Emame ne yapardı? Düşünceler içinde kaybolan Dilara'ya inat Emir akıllıca bir soru yöneltiyordu karşısındaki kadına. En merak ettiği şey şu an kardeşinin sağlığıydı. Elbette yeğeni çok önemliydi fakat kardeşinden neden bahsetmiyordu doktor?

RUH-U MESRUR  [✔️]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin