Medya| Bölüm Şarkısı
•••
"O şereften yoksun Kaan'ı da, babasını da geberteceğim!"
Muhammed Emir, olanların baş failleri olan bu iki adama kimsenin aklının eremeyeceği kadar fazla kin besliyordu. Öyle ki içinde harlanan ateşin lavları artık diline de sıçramaya başlamıştı. Tüm gözler üzerine çevrilmişken, O'nun tek derdi Dilara'sının içine düştüğü bu yüreğini dağlayan durumdu.
Nasıl bu kadar ileri gidebilirlerdi, aklı almıyordu. Kendilerini batıracak kadar nasıl bir pisliğin içine düştüklerinin farkında değiller miydi gerçekten?
Emir'in de önemsediği onların batıp batmadığı değildi elbette. Hatta O, başka türlü olsa buna sevinirdi de belki. Lakin kahretmesin ki o pisliklerin attığı her adımın sonu gönül süsüne dokunuyordu. Her rüzgarda savrulan, sevdiği kadın olunca bütün duyguları birbirine giriyordu haliyle genç adamın. Öyle ki Emame'nin sakinleştirme çabaları olmasaydı; çoktan o batırdıkları, yaptıkları kirli işleri kamufle ettikleri şirketi basardı da.
Esasen, imanın gücünden mi bilinmez, kolay kolay sinirlenip o ateşle asla fevri davranmazdı Muhammed Emir. Lakin buna karşın keskin çizgileri ve o çizgiye yaklaşanlara karşı da bir deli damarı vardı. Hani o alnında beliren damarı. Müslüman bir adamın olması gerektiği gibiydi kısacası. Ölmezden önce annesi sonra kız kardeşi ve Dilara'sı da o çizginin en kırmızısıydı pek tabii.
Bomboş evde tek bir koltuk dahi bırakmayana dek götürmüştü haciz için gelenler. Meliha Hanım ve Dilara kuru yerde oturuyorlardı şimdi. Hasta kadın karşısına oturduğu kızının ellerinden tutmuş okşayarak teselli etmeye çalışıyordu Dilara'yı. Dilara ise ne kadar kendini tutmaya çalışsa da içinden kopup gelen karşı koyamadığı dalgaların kıyıya vurmasına izin veriyordu çaresizce.
"Ağabey, lütfen sakin olur musun? Bak zaten ne haldeler, bir de sen üstüne tuz biber olma ne olur?"
Emame, canı acıya acıya ağabeyini telkin etmeye çalışıyordu. Ama sessizce, kırmaya korka korka. Zaten aralarında en pozitif konuşan da O'ydu eve geldiklerinden beri. Yapacak bir şeyi var mıydı? Ateşe körükle değil, su ile gitmekten başka çaresi var mıydı?
Yumruğunu sıkıp sıkıp bırakan, fokurdayan öfkesini nasıl dindireceğini bilemeyen Emir kız kardeşinin her cümlesinde haklı olduğunu biliyordu elbette. Yine de şuan için düşünebildiği tek şey O Kara Koku ile oğluna ne tür bir işkence yapmak istediğiydi. Acaba arabayla üzerlerinden mi geçseydi? Yok, bu kolay bir ölüm olurdu o şerefsizlere. En iyisi işkence çekerek yalvararak ölmeleriydi. Evet evet! Dünya artık bu pislikler için oldukça dardı. Yerlerini genişletmeleri için öteki alem yeterliydi onlara!
"Dilara'nın bize ihtiyacı var. Özellikle de senden duyacağı bir çift güzel söze. Hı?"
Ağabeyinin kolunun dirseğine yakın yerinden tutup hadi der gibi bakıyordu O'na genç kız. Genç adamın fikrine gelenlerden bir haber. Emame'nin son söyledikleri kulağının ucuna dahi çarpmamıştı Emir'in. Düşünceler ve planlar arasında boğulurken kimseyi dinleyecek hali de yoktu zaten. Ancak kız kardeşinin "Ağabey!" Demesiyle yaşadıkları ana geri dönüyordu genç adam.
Ne? Der gibi baktığı kardeşinin kaşıyla Dilara'yı işaret etmesiyle iç hesaplaşmasından, gönül süsüyle ilgilenemediğini fark etmesi kaçınılmaz oluyordu. Yavaşça kolunu bırakan Emame'den sonra yeterince hararetlenen bedeninden hırkasını söker gibi çıkarıyordu genç adam. Tişörtüyle kalan bedeni nefessiz kalmış gibi solurken hırkasını kız kardeşine uzatıp sevdiğine adımlıyordu Muhammed Emir.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
RUH-U MESRUR [✔️]
Spiritual"S-sen, sen bana böyle şeyler soramazsın. Yalandan sözlendik diye benim üzerimde söz söyleme hakkına sahip değilsin." Bir yandan konuşuyor, bir yandan da göz yaşlarını siliyordu genç kız. Bu ne tezat bir ilişkiydi? Kalbi yanıyordu Emir'in, duyduklar...