Sabah kendi ayarladığım rahatlatıcı alarm sesi kulaklarımı doldurduğunda yavaşça gözlerimi açtım. Elimi gözüme götürüp uykumu açması İçin sertçe ovuşturdum.
Saat beşe yeni yeni geliyordu ve yapacak sürüce işim vardı. Jennie'yi uyandırmamaya dikkat ederek ayağa kalktım ve üzerimi giyinip aşağı indim. Önce bir haftadır toparlamadığım mutfağı ve salonu düzelttim. Sonra tekrar yukarı çıkıp kendimin ve Jennie'nin okul formasını ütüledim. Ev cidden eve benzediğinde banyoya girdim.
Suyu kafamdan aşağı dökerken gözlerimi kapatarak uzun bir nefes verdim. Jennie'nin acilen büyümesi gerekiyordu çünkü bu olanlar bana çok fazla geliyor, beni çok yoruyordu. Ama dayanmalıydım. Çünkü güçlü insanlar böyle yapardı.
Banyodan çıktığımda saçımda ki havluyla Jennie'yi uyandırdım. O kahvaltı ederken çantasını hazırladım ve kapının önüne koyup kendi çantamı aldım.
Evden çıktığımızda Jennie'yi okuluna bırakıp kendi okuluma geçtim. Birkaç göz bana döndüğünde güçsüz görünmemeyi denedim. Çünkü baktıkları şey büyük olasılıkla gözlerimdi.
Sınıfa girdiğimde boş bulduğum bir sıraya oturdum ve başımı koluma yasladım. Baktıkları şeyin gözlerim değil, farklı giydiğim çoraplar olduğunu o an fark ettim ama umursamadım çünkü ne kadar kötü olabilirdi ki. Benim modam buydu?
———Dersler bittiğinde koşarak okuldan çıktım ve Jennie'nin okuluna gittim. Beni dışarıda oturmuş elinde ki kağıda bakarak bekliyordu. Onu gördüğümde yavaşladım kucağıma alıp yanağına bir öpücük bıraktım. "Prensesimiz nasıl" diye sorduğumda o kafasını aşağı yukarı sallayıp kucağından indi ve elimi tuttu. Elime bir kağıt uzattığında "bugün en sevdiğiniz kişiyi anlat" diye bir etkinlik yaptık. Bende seni yazdım. Okur musun" diye sordu.
Hızla kafamı sallayıp kağıdı açtığımda "herkes şanslı doğmaz" cümlesini gördüm. İlk başta böyle yazmıştı. Okumaya devam etmek istediğimde Jennie kolumu çekti ve yanımızda ki merdivenleri gösterdi. "Oturur musun?"
Yavaş hareketlerle merdivene oturduğumda Jennie biraz daha arkama oturdu.
"Bana hem annelik, hem babalık, hem abilik, hem korumacılık, hem de oyunculuk yapan tek kişi abim...
O çok yakışıklı, kibar, cömert, güçlü, dürüst...
Onu çok seviyorum o olmasaydı belki de ölürdük ama o beni de kendini de yaşatmaya çalışıyor. Abim o yüzden güçlü. Kendisinin gözleri çalıştığı İçin sürekli kızarık. Abim o yüzden yakışıklı...Abim beni mutlu etmek için yalan söylüyor, o yüzden abim dürüst.
Onun gözlerinde ki mor ve kırmızı karışımı lekeler kendimi bildim bileli gitmedi. Bizim için olduğunu bilsem bile kendine bakmıyor. Sürekli yalan söylüyor. Paramız var diyor, istediğini alabilirsin Jennie. Yorulmadım diyor, oysa sabah beşte kalkıp gece birde uyuyor ve benim bilmediğimi sanarak her sabah 'ben yapmadım Jennie periler yapmış olmalı' diyor.
Benim abim o yüzden bir peri"Yavaşça kağıdı katladım ve Jennie'ye dönmeden ayağa kalkıp elimi arkama uzattım. "Gidelim, geç kalacağım" diye mırıldandım titreyen sesimle. Neredeyse koşarak eve vardık ve Jennie'yi giydirmeden bile Bella'ya bıraktım. Teşekkür edip eve geri döndüğümde kendimi yavaşça yere bıraktım.
'Resmen seni ayakta uyuttu'
"A-ama ben bilmiyordum"
'Sen bir salaksın'
"Hayır ben salak değilim kes sesini"
İç sesimi susturduğumda hızla üzerimi değiştirdim ve pastaneye gittim. İçeri girdiğimde ise Alice kapının önüne geçip benim içeri girmeme izin vermedi.
Bir hırsla "Neden şirkette değilsin sen" diye sorduğunda gözüm saate takıldı. Zaten geç kalmıştım o yüzden omzumu silktim. Alice ise koşarak arabasının anahtarını alıp bana uzattı.
"Çabuk şirkete git. Hâlâ yetişebilirsin"
Kafamı salladım ve arabaya binip şirkete gittim. Arabayı kilitlediğimde kafamı kaldırdım ve siyah panoya altın harflerle yazılmış 'Hale' yazısına baktım ama zamanımın olmadığını hatırlayıp koşarak içeri girdim. Orada ki danışmana kiminle görüşmem gerektiğini sorduğumda bir yer tarif etti.
Koşarak yedinci kata çıktım ve sadece siyah rengine sahip kapının önünde durup ellerimi dizlerime koydum. Nefesimi düzenleyip kapının kolunu çevirdim ve içeri girdim. Derek Hale tüm ciddiyetiyle karşımda dururken tırsak adımlarla önüne gittim.
"Mieczlaw Stilinski?"
Sert sesi kulaklarımdan girip anında beynimde bir yer edinirken. Kafamı sallayarak onu onayladım.
"Oturun" dedi önünde ki koltuğu gösterip. Yavaşça koltuğa sündüğümde gözlerine bakmadan duramıyordum. Hiçbir kırışıklığı olmayan takımı üzerine cuk oturmuştu ve havasına ayrı bir hava katıyordu. Saçlarının sadece bir kısmı alnına düşerken diğer tarafı özenle taranmıştı.
"Noah Stilinski'nin mi oğlusun"
"Evet efendim. Ama ne yazık ki o öldü.
"Biliyorum. Şimdi. Buranın pastacısı olmak senin sandığın gibi kolay değil"
"Biliyorum."
"Bana yaptığın tatlıları getiriyorsun. Kendine özel, daha önce denemediğimiz tatlılar...Eğer menüye senin tatlını alırsam işe alınırsın"
Biraz gülümsedim bu kadar mıydı?"
"Tabii hemen başlayabilir miyim?"
"Yarın gelip başla. Şimdi giderken mutfağın ve malzemelerini yerini öğren"
Kafamı sallayıp dışarı çıktım ve aşağı inip mutfağa girdim. Orada ki kadından malzemelerin yerlerini öğrenmem gerektiğini söyledim. Bana tüm sıcaklığıyla "tabi yavrum gel sana öğreteyim" Dediğinde gülümsedim ve onu takip ettim.
Yarın zor bir gün olacağını sanmıyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bir Pasta
FanfictionStiles Stilinski ünlü bir pastacı. Hale şirketine girmek için tek şansı şirketin patronu hiçbir şey beğenmeyen Derek Hale'ye pastalarını beğendirmek...