*12*

2.1K 119 48
                                    

Merhaba arkadaşlar 🥰
Biraz zaman aldı bölüm atmam günlerim fazla yoğun geçiyor bu aralar. Yine de bölüm sizlerle. Üst üste kazandığımız galibiyetlerden sonra aşırı mutluyum 😊


Bu fotoğraf beni öldürüyor 😄
Zehra'nın ağzı, Hande'min burnu😄 Çarpılmış gibi neye bakıyorlar bilmiyorum...

Veeee ilerki bölümlerde bana ilham veren bir kareyi bırakıyorum sizlere. Hande'yle Zehra'nın cilveleşmesini kameradan gizlemeye çalışan bir Meliha kraliçesi 😄🥰


Klasik sloganımız :) satır arası yorumları unutmayalım :*
Keyifli okumalar😊


“Sen Zehra için ne yapmayı düşünüyorsun?”

Bütün kızlar bu sefer eksiksiz bir şekilde moda sahilde, şirin bir kafede oturuyorlardı. Beraber kahvaltı planı yapsalar da gece geç vakte kadar Masal’la zaman geçiren Meryem erken kalkamayacağını söyleyip kahvaltı buluşmasını öğlen kahvesi olarak değiştirmişti. Şimdi de eli çenesinin altında lavaboya giden Zehra’nın peşinden bakan Hande’yi izliyordu. Sorusu hâlâ cevaplanmamıştı.

“Ali abiyle konuştum sabah. Onunla birlikte bu akşam Şile sahile gideceğiz. Orada geçen sene plaj voleybolu için kampa gittiğimizde bir yer keşfetmiştim. Arkası orman önü deniz olup hem güneşin doğuşunu hem de batışını muazzam yansıtan manzarası güzel bir yerdi. Sahilinde yürürken de neredeyse her on adımdan bir  palmiye ağacına denk geliyorsun. Bilirsiniz Zehra açık alanlarda yapılan kutlamalara bayılır.”

Meliha, başını aşağı yukarı sallayarak Hande’ye katıldığını belirtti. Onlar da oldukça geç uyanmışlardı bu yüzden de hâlâ uyku sersemliğini üzerinden atmış değildi. Cansu, masaya sipariş verdiği börek tabağından ona sigara böreği yediriyordu.

“Aww, acıdı.”

“Diğerinin tadı fenaydı bende bunu denemek istedim.”

Meliha, kafasını çevirip ısırdığı parmağını dudakları arasına alan Cansu’ya baktığında herkes gibi olayı sessizce izleyen Simge yüzünü buruşturdu.

“Siz ikiniz sürekli kumrular gibi üstü açık yada kapalı önümüzde sevişmeden zaman geçiremiyor musunuz ya?”

“Ne var be sende kart abidesi gibi. Sabah sabah yine niye bize taktın?”

Meliha, yüzünü dönüp Simge’nin onları paylamasına cevap verirken Simge de onu hiç umursamayıp yanında oturan Şeyma’ya döndü.

“Bilmem belki de sizi kıskanıyorumdur. Belki de götünü dönüp sürekli uyuyan bir sevgiliye sahibimdir. BELKİ DE TADIMI KAÇIRMIŞLARDIR.”

“Anlaşıldı. Allah kolaylık versin Şeyma, ikindi namazın ardından  cenazeni buradan kaldırırız artık. Bu yıkamaya da izin vermez direkt gömer.”

Simge’nin çatalı üzerine fırlatmasıyla Meliha sırıtan yüzünü Cansu’nun koynuna gizledi. Hande’yle göz göze geldiler o an arkadaşı işaret parmağını ağzına koyarak ondan susmasını istiyordu. Ama bir kere yakalamıştı bu fırsatı. Simge’yi delirtmeden duramazdı. Kafasına bir şeyler gelmeyeceğinden emin olduğunda tekrar Simge’ye döndü.

“Simgoş?”

“Bana öyle seslenme!!!”

“Tamam o zaman Simoş!”

“Melly yeter, birazdan Şeyma yerine seni kesecek.”

Cansu, sevgilisinin omuzlarına kolunu sarıp sırtını göğsüne yasladı. Simge’nin masanın kenarından attığı cevizleri Meliha’nın yüzüne gelmesin diye eliyle yakalamaya çalışıyordu.

“Sen şimdi internete güvenmiyorsun ya, ilacın bende Simgoş. DVD’n vardı dimi senin?”

Simge ilk boş bulunup evet dedi fakat Meliha’nın neden böyle bir şey sorduğunu anlayamadığı için beraberinde kaşlarını da çattı. Meliha ise fırsattan istifade iyice sesini kısıp masada öne doğru eğildi ve alayla sırıttı.
“Benim eskiden kalma porno DVD’lerimi sana kargolayacağım. Bu gaziden sana iş çıkmaz. Rahmetli olmuş artık bu”

Bu sefer hem Şeyma hem Simge aynı anda önlerinde ne varsa Meliha’nın üstüne fırlattılar. Bu esnada attıkları üzümlerden birkaçı lavabodan dönen Zehra’nın yüzüne geldi.

“Yahu yavaş ara yerde benim minnoşumu patakladınız.”

Zehra, kollarını açıp keyifli bir şekilde ona gülümseyen Hande’nin dibine oturdu. Meliha uzaktan ikisine bakarak işaret parmağını havada sallıyordu. Yüzündeki piç tebessümü fark eden Zehra dönüp Hande’nin kulağına fısıldadı.

“Bu yine neden kudurdu?”

“Her zamanki Melly işte sağı solu belli olmuyor ki.”

Bir süre sonra masa Kübra ve Gizem’in, Eda ve Ebrar’ın da aralarına katılmasıyla beraber biraz da olsa ciddileşti. Herkes Gizem’le ilgileniyor, sağlığını soruyordu.

“Bu akşam biraz sızlıyordu ama genel olarak ağrısız geçiriyorum. Sadece kaşıntım çok.”

Gizem, bunu söylerken bile kolundaki alçıya tiksindirici bakışlarla bakıyordu.

“Abi bu pembe saçı yapmakla kendime büyük haksızlık etmişim ya sarı iyiydi.”

Ebrar, şaşırtılır derecede son günlerde aynalarla fazla zaman geçiriyordu. Takım kızları buna alışkın değildi. Bu yüzden de o konuşunca hiçbiri yüzündeki sırıtışı gizleyemedi.

“Sarı benim de favorimdi” dedi Zehra, ağzına sipariş verdiği yeşil zeytinlerden birini attı. Bu buluşmalarında herkes masada önünde farklı bir siparişle oturuyordu. Kahve içme anlaşmasına sadık kalan bir tek Tuğba ve Derya’ydı. Onlar da birbirlerinden hazzetmeyen ikili olarak bütün takımın uğraşları sonucu itişe kakışa da olsa kavga etmeden zaman geçirmeye çabalıyorlardı.

“Meryem, dün ne yaptınız? Hiç bahsetmiyorsun?”

Eda’nın imalı gülüşünü yakalayan Meryem utancından gözlerini kaçırarak parmak uçlarıyla oynamaya başladı. Bakışları ellerinden masanın üzerindeki kahve fincanına doğru kaysa da o an gözlerinin önünde başka bir manzara vardı...

*flashback*

Arabayı otopark alanı olarak Ali beyin işaretlediği yere çekti Meryem. Yüzünü sağına dönerek meraklı gözlerle etrafı izleyen Masal’a baktı. Normalde bu saatte sadece gökteki yıldızların görüneceği ve boğazın zayıf ışıklarının seçilebileceği bir yerdi burası. Bu saatte hep kapkaranlık olurdu ama Ali bey sayesinde artık ışıl ışıldı. Ağaçların dallarından salkım salkım top şeklinde ışıklar sarkıyordu.

Arabadan çıktılar. Masal o kadar şaşkındı ki nezaketen gelip Meryem’in kapısını açmasını bile bekleyemedi. Arabanın önünde gülen bir yüzle onu izleyen kadının yanına geçerek taaccüple gözlerine baktı.

“Bu da ne böyle?”

Meryem, her zamanki bilindik jestiyle dudağını hafif öne uzatıp başını da aynı şekilde soluna yatırdı. Bu gizemli hâli Masal’ı daha çok güldürüyordu. Genç doktor istemsizce sağ elinin parmaklarını tuttu. Meryem, bu tür yakınlığına alışık değildi. Ona her dokunduğunda bedenine iğne saplanmış gibi tuhaf bir etkiyle karşılaşıyordu ama bu sefer yüzündeki gülüşün silinmesine izin vermedi ve cesaretle doktorun elini sıkarak eski usul el lambalarıyla aydınlatılmış, onları yemek yiyecekleri masanın bulunduğu alana kadar götürecek olan yolda yürümeye devam etti.

Yemek masasını tam da istediği gibi boğaz manzarasını apaçık görecekleri alana kurmuştu Ali bey ve ekibi. Meryem, bu manzaranın karşısında minnetle gülümsedi. Ekip abartıdan uzak lakin hoş bir masa hazırlamıştı. Meryem romantik bir yemeğe çıkmadıkları için özellikle kırmızı güller istememişti. Onun yerine her tarafta sade güzellikleriyle göz kamaştıran beyaz zambaklar vardı. Ve de masanın tam ortasında müthiş kokusuyla tepedeki hafif rüzgara karışıp her yere yayılan bir demet beyaz nergis vardı. Sağına ve soluna eşlik eden mumlar da aynı renkteydi sadece etraftaki ağaçlara dolanan ışıkların aydınlattığı yeşil yapraklar ve onlara uyum sağlayan benzer renkteki yemek takımı ortama renk katıyordu. Nerden geldiği belli olmayan hafif bir müzik duyuluyordu ortamda ve sesi o kadar kısıktı ki kulağı yormuyordu. Masal böyle bir manzaranın karşısında hayran kalmıştı doğrusu. Bunu beklemiyordu. Yüzündeki o hayranlığı gizleyemeden Meryem’e döndü. Eli hala Meryem’in avucunun arasında duruyordu. Kadının teninden tenine geçen ısı en az bu ortam kadar büyüleyiciydi. Gözlerine muzip bir pırıltı yerleşirken gözlerine bakmak için hafifçe başını yukarı kaldırıp Meryem’e yanaştı.

“Yoksa gece sonunda evlilik teklifi mi alacağım?”

Sorusunu öyle komik bir ses tonuyla sormuştu ki Meryem normalde kızarıp utanacağı yerde onunla birlikte sesli güldü. Alt dudağını ısırıp Masal’ı sandalyesine oturturken eğilip kulağına fısıldadı.

“Öyle olmasını mı isterdin?”

Geçip kendi yerine otururken Masal ona tebessüm dolu ama bir o kadar da dişi dolu bir bakışla bakıyordu.

“Bilmem” dedi sakin bir ses tonuyla. Gittikçe sesi daha da kısıldı.

“Bu beni ne kadar etkileyeceğine bağlı.”

Meryem, sol kaşını hafifçe kaldırdı ve uzanıp eline aldığı şarap şişesinden hem doktora hem de kendine bir kadeh doldurdu. Masal’a hiçbir karşılık vermedi. Bunun yerine ilk defa hayatında doğru ilerleyecek bir ilişkinin başlangıcında olduğunun hissiyatı doldu içine. Meryem bunun tadını çıkarıyordu.

“Seni tebrik etmem gerekir doğrusu. Güzel bir seçim olmuş. Kapalı alan yerine açık alanda bulunmak her zaman tercihimdir.”

Masal, boğaz manzarasını izleyerek konuşuyordu. Çok yüksek olmasa da bir tepenin üzerindeydiler. Meryem, doğru seçim yaptığının sevinciyle ayağa kalkıp masalarının gerisinde olan tekerlekli servis masasını yanlarına doğru getirdi. Orada seçtiği menü hazırda bekliyordu. Deniz ürünleri tercih etmişti riske ederek. Masal’ın tıpkı onun gibi deniz ürünlerini sevmesini diliyordu içten içe ama yine de hazırlıklıydı. Servis için birilerini yanlarında istemese bile yine de biraz onlardan geride bir ekibin beklemesini istemişti. Olur da Masal deniz ürünü yiyemezse hazırda birkaç farklı çeşitte küçük yemek konteynırında bekletiliyordu. Masal’ın yanına geldiğinde servis masasının üzerindeki küçük not dikkatini çekti. Üzerinde Ali yazan notta, “Madem personelimi istemedin, görev seni bekler” yazıyordu. Notun altında da beyaz bir şef aşçı şapkası vardı. Meryem, sırıtarak şapkayı alıp başına taktı ve avuçlarını bir aşçı edasıyla dizlerinin önünde birleştirip Masal’a döndü.

“Deniz ürünü sever miydiniz acaba?”

Sırıtıyordu ama sesli gülmemek için zor tutuyordu kendini. Aynı şekilde de Masal, alt dudağını ısırıyordu gülmemek için. Ciddi bir yüz ifadesiyle, “Neler var mesela menüde?” diye sordu.

Meryem, teker teker bildiklerini saydı.

“Mezelerden Levrek Marine, ahtapot salatası, közlenmiş biber, patlıcan salatası, söğüş karides. Sıcaklardan ise somon köftesi, ızgara levrek, fırında patatesli palamut, sarımsak soslu somon ki bunu eleyelim bence.”

Meryem, sonuncu servis tabağının kapağını kapattı. Yüzünü Masal’a döndüğünde genç doktor sevimli bir şekilde gülümsüyordu ona.

“Daha önce fırında taze otlu, sarımsak soslu somonu denedin mi hiç?”

Meryem, yüzünü buruşturarak hayır anlamında başını salladı. Masal ise gülümseyerek sandalyesine yaslandı.

“O zaman onu elemiyoruz.”

Bir şey demedi Meryem ve mezeleri masaya dizerek sıcaklardan özenle kesilmiş küçük parçaları Masal’ın tabağına dizdi. Sonra aynısını kendi tabağına da uygulayarak geçip yerine oturdu.

“Vay bak sen bu işe Mario sen bildiğin dişli çıkmışsın.”

Şeyma’nın yorumu herkesin aklından geçen düşünceyle aynıydı. Derya, hafiften yüzünde oluşan tebessümle Meryem’e döndü.

“Gerçekten de seni tebrik etmek lazım. Çok güzel bir jest yapmışsın.”

Elini Meryem’in elinin üstüne bırakıp hafifçe sıktığında Meryem de aldığı destekten keyiflenerek elini Derya’nın elinin üstüne kapattı.

“Teşekkür ederim.”

Tuğba’nın kaşları çatıldı anında. Bakışlarını Meryem’le Derya’nın birleşen ellerinden ayırdı. Derya’nın bu kadar içlerine girmesinden rahatsızdı. Masada doğruldu. Boğazından hafif öksürerek çıkardığı ses yüzündeki keyifsiz ifadenin başkaları tarafından da fark edilmesini sağladı.

“Bir isteğiniz var mı?”

Masaya yaklaşan garsona herkes isteğini açıklarken Tuğba, “Ben sade kahve alayım” dedi buz gibi bir sesle. Sandalyede arkasına yaslanarak elindeki kibrit kutusuyla oynuyordu. Derya, ona doğru dönüp sırıttı.

“Bence ona bol şekerli getirin kahveyi” dedi alayla. Yukarıdan aşağı bir şekilde onu süzerek bakışlarını gözlerinde sabitledi.

“Keyfi anca bu şekilde yerine gelir.”

Tuğba, bu sefer onu umursamadı ve garson siparişi alıp gittikten sonra yüzünü Hande’ye döndü. Onunla dün gece Hande’nin bu akşam evden tek başına çıkmasıyla ilgili plan yapmışlardı. Masada Hande’yi bu akşam ona yardım etmesi için buluşmaya davet edecekti.

“Bu akşam bana biraz zaman ayırabilir misin kuzum?” dedi doğrudan Hande’ye bakarak. Yüzündeki sert ifade yumuşamıştı. Zehra da başını Hande’nin omuzundan kaldırıp doğruldu. O evde Hande’siz tek başına zaman geçirmek Safiye yengesinin varlığı eşliğinde dayanılmaz oluyordu.

“Elbette ayırırım. Her şey yolunda mı Tuğba?”

“Evet, sadece küçük bir dostumuzla kontrol zamanım gelmiş. Yanımda olmanı istiyorum.”

Eda, anında elini ağzına kapattı. Herkes dudağını ısırıyordu gülmemek için. Tuğba, Zehra anlamasın diye bahane olarak iğne fobisini öne sürmüştü fakat Derya’nın me söylediğini anlayıp onunla dalga geçeceğinden de endişelenmiyor değildi. Hande, başını sallayarak geleceğini söylediğinde dönüp Derya’ya baktı. Ona hâlâ kızgındı. Hâlâ ortamlarındaki varlığını kabul edemiyordu.

Derya, alayla gülümseyerek ayağa kalktı ve lavaboya gitti. Cansu ve Meliha’nın dikkatleri sürekli üzerinde olduğu için Tuğba anında peşinden gidemedi ama masada olimpiyatlarla ilgili hararetli bir konuşma başlarken kimse fark etmeden oradan ayrıldı.

Lavaboya girdiğinde Derya’yı aynanın önünde saçlarını düzeltirken buldu. Sırtı ona dönüktü. Her zamanki gibi onu fark etmesiyle bakışlarındaki alaycı tavır yerini aldı ve gözlerini devirerek bakışlarını üzerinden çekip saçlarını düzeltmeye devam etti.

“Ne yaptığını zannediyorsun sen?”

Soru Tuğba’dan gelmişti. Derya, ellerini yüzünden çekerek lavabo tezgahının kenarlarına yerleştirdi. Arkasındaki uzun boylu kızı izlerken yüzündeki öfkeli ifadeden keyif aldığı belli oluyordu.

“Ne yapıyormuşum?” diye sordu alayla. Tuğba, öfkeyle gelip tam arkasında durdu ve bileğinden tutarak onu yüzünü doğrudan görebileceği bir şekilde kendisine çevirdi. İki elini tezgaha yerleştirip onu kapana kıstırırken bu sefer Tuğba keyifle sırıtıyordu. 

“Eskiden akıllı bir kızdın sen ne oldu da zekan birden bire durgunlaştı?”

“Eskiden?”

Derya, kapana kısılmasına rağmen hâlâ alayla sırıtıyordu. Kaşlarını çattı gülerek ve işaret parmağını çenesine yerleştirdi.

“Eski derken iki yıl öncesinden mi bahsediyordun? O zaman daha yirmi bir yaşındaydın. Çocuktun.”

Dudaklarını büktü Derya, elini uzatarak Tuğba’nın çenesini sıktı. Aşağıdan yukarı ona bakmasına rağmen yine de gözlerindeki cesaretin ondan eksik kalır yanı yoktu. Tuğba’nın canını yakmayı başarmıştı. Bunu gözlerindeki ifadeden de görebiliyordu. Ama Tuğba her zamanki Tuğba’ydı. Hislerini çabuk gösterse de bir o kadar da çabuk gizleyebiliyordu. Eğilip Derya’nın kulağına fısıldadı.

“Çocuk dediğin kızın yatağında nasıl kıvrandığını hâlâ hatırlıyorum. Belki bu senin de hatırlamana yardımcı olur.”

Fısıltısı Derya’yı irkiltmeye yetmişti. Bunu fark ettiğinde Tuğba kulağının altındaki hassas deriyi ısırdı ve tekrar kulağına doğru fısıldadı.

“Dilin bana karşı her ne kadar sivriyse tenin de dokunuşuma karşı bir o kadar hassas Derya hanım.”

Derya, hiçbir şey söylemedi. Tuğba önünden çekilip sırıtan bir ifadeyle gözlerine baktığında o tırnaklarını arkasındaki tezgaha geçirerek öylece durdu. Kalbi boğazında atıyordu. Ve bir o kadar da öfkeliydi. Tuğba, arkasını dönüp lavabodan ayrıldığında Derya nihayet içinde tuttuğu nefesi serbest bırakarak bakışlarını kapanan kapıdan çekti.

Hiçbir şey değişmemişti. O lanet olası yaz kampında olanlardan sonra üzerinden iki yıl geçmesine rağmen hâlâ daha duyguları direncine karşı güç kazanıyordu. Pes edemezdi, o gün o kampta verdiği bir söz vardı ve ne olursa olsun onu tutacaktı. 




Evet gençler bölüm nasıldı bakayım? :)

Tuğba'yla Derya'nın arasında geçmişte sizce neler yaşandı? 😈




Love Success Power / GxGHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin