Yerde yatan siyah takım elbiseli bir adam. Yüzü sağa dönük, oldukça beyaz. Yüzünün aksine neredeyse siyah gibi olan kanının üstünde uzanmakta. Midem bulanıyor. Tanıyor muyum diye yüzüne yakından bakıyorum ama o koku... midem ağzıma geliyor. Hemen ilerliyor ve giriş koridorunu geçiyorum. Tüm vücudum resmen alarm veriyor. Başım zonkluyor, kulaklarım uğulduyor. Önüme bakmaya cesaretim yok. Neredeyse yere bakarak ilerliyorum. Evde tam anlamıyla bir "ölüm sessizliği" var.
Ana salona giriyorum...
Ve ilk olarak o çok tanıdık olan ayakkabılar... Doğum gününde kaç saat dolaşıp, karar vermekte zorlansak da eğlenerek birlikte aldığımız o siyah deri ayakkabılar. Gözlerim, kalbime ihanet ederek ayakkabıların ilerisine bakıyor ve kanlar içinde...
BABAM!
Yere yığılıyorum.
"Hayır hayır, böyle olmayacaktı hayır!"
Başıma vurarak;
"Sus sus sus! Hayır buraya gelirken göreceğim şeylerin böyle olacağını bilmiyordum! Hayır sus!"
Hıçkırıklarım, çığlıklarıma karışmıştı.
"Baba, hayır hayır. Yalvarırım baba nolur. Olmaz, sen olamazsın."
Yerde ona doğru sürünüyorum. Beyaz elbiseme kan bulaşıyor. Çıkarmaya çalıştıkça daha da bulaşıyor. Ben de babamın kanına bulanmıştım.
"Anne? Anne bak! Sen pasta bulaştıracaksın diye uğruna bağırdığım elbiseme.... elbiseme...babamın kanı bulaştı anne!"
Sesimin yüksekliği kulaklarımı parçalıyor, boğazımı yırtıyor ve resmen başımı patlatıyordu.
Babamın ellini tuttum. Elindeki soğukluk kalbime işledi. Bir daha asla ısınamayacak kalbim o an buz tuttu.
Babamın yüzüne bile bakamıyordum.
"Neden, neden dinledim seni baba... Bana bunu mu yaşatmak istedin baba? Neden? Yaşamam neyi değiştirebilir, seni bana geri verebilir mi? Ben kaçtım, sizi... Nasıl yüzüne bakabilirim ki?"
"Neden!!! Neden sanki!" diye bağırarak aniden ayağa kalktım.
Etrafa saldırdım ama kırıp dökecek bir şey de kalmamıştı. Ayağım bir şeye takıldı ve merdivene doğru yüzüstü düştüm. Zonklayan başımı yavaşça kaldırıp arkama, beni düşüren şeye bakma gafletinde bulundum.
Eri'nin elinden hiç düşürmediği örgü ayısı!
"Hayır hayır hayır hayır, olmaz. Olamaz. Eri, hayır. Tanrım hayır yalvarırım."
Dehşet içinde odaya göz atıyorum. Her yer kan, her yer kırık dökük ama o burada değil. Üst kata koşmak için ayağa kalkmak isterken birden olduğum yere kusmaya başlıyorum. Bedenim ruhumdaki boşlukla yetinmiyor, içini tamamen boşaltmak istiyordu. Bir süre sonra resmen emekleyerek merdivenlerden çıkıyorum, derin bir nefes alarak yavaşça ayağa kalkıyorum ama her an düşecek bir dal gibi de sallanıyorum. Beklediğim dehşet holde de yoktu. Duvardan tutunarak ilerliyorum.
Holde karşılaşacağınız ilk oda benimdir. Odamın önünden geçerken içeriye göz atıyorum. Savaş alanı gibi ama orası da boş. Daha sonra annemlerin odasına doğru bir kaç adım atıyorum. Odanın kapısı kapalı. Kapı kulpunu tutup açmaya çalışıyorum ama kapı kilitli.
Ne?
Kapıyı yumrukluyorum. Ses yok. Kapıyı kırmak istiyorum ama imkansız tabii. Hemen Eri'nin odasına ilerliyorum. Orası da savaş alanı gibi ama hiçkimse yok. Yerde küçük bir kan gölü var ve bu beni inanılmaz dehşete düşürüyor. Titreyen ellerimi başıma götürüp farkında olmadan saçımı çekiştirerek odadan çıkıyorum. Aslında şu an çığlık atıyordum ama sesim çıkmıyordu. Tekrar annemlerin odasına yönelirken ayağımın altından demir bir çınlama kayıyor. Baktığımda odanın anahtarını görüyorum. Anahtarı aceleyle alıp kapıyı açmak istiyorum ama titreyen, kanlı ellerim anahtarı 2 kere yere düşürüyor. Üçüncüde kapıyı açmayı başardım.
Kapıyı açtığım gibi, gördüğüm manzara karşısında; elim kapı tokmağında kalarak yere çöküyorum.
Tüm sistemim çöktü, devrelerim yandı. Ben artık ... bilemiyorum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KİMLİKSİZ (NO ID/EA)
Science FictionO sadece doğum gününü kutlamak istemişti, diğerleri ise kağıdın intikamını kanla almak... Tüm hayatını ve hatta kendi kimliğini yitirmişken, adaleti intikamla sağlamak isterken kendisini paralel evrende bulan genç bir kız. Yitirdiklerinin mutlu oldu...