Hem çok tanıdık, hem çok yabancı [44]

160 90 174
                                    

Filmin ortalarındayken birden aklıma Aria'nın söyledikleri geldi. Hayatı bildiğim orantıda doğru ilerliyordu demek. Babası şirkette olmasını istiyordu ama o başka bir şeyler yapmak istiyor. Yani olaylar gelişmeye başlamıştı bile. Bir şekilde Aria'nın üniversite için yurtdışına gönderilip gönderilmeyeceğini öğrenmem gerek. Napıyordum ben gerçekten? Burada oturmuş film izlyordum. Sanki normal bir hayat yaşamaya gelmişim gibi. Kim bilir ben burada film izlerken neler oluyordu? Kendime olan sinirimden hafif bir titreme aldı beni. Andrew'e sessizce tuvaletin nerede olduğunu sordum. Girişte ana masanın arka taraflarında olduğunu bildiğim halde.

"Hemen girişte masanın yanındaki platformun arka tarafında. İyi misin?"

"İyiyim" diyerek kalktım ve hızlı adımlarla içeri gittim. Makyajıma aldırmadan soğuk suyu yüzüme çarptım. Plan yapmak kolaydı ama planı uygulamada gecikirsem her şey mahvolacaktı. Nasıl da aptalım ama. Hızla tuvaletten çıktım, buradan gitmem gerekiyordu. Bahçede adımlarımı yavaşlatarak oturduğum yere döndüm. Birkaç dakika sonra telefonumu elime aldım ve yalandan mesaj yazar gibi acele dokunuşlar sergiledim. Andrew'in bana dikkat kesildiğinden emindim. Yalan atacaksam bunu uyarlamalıydım. Ona döndüğümde bakışlarımızın havada çarpışmasına hiç de şaşırmadım. Yanına yaklaştım ve;

"Üzgünüm ama gitmem gerek."

"Bir sorun mu var?"

"Annemin bana ihtiyacı var. Ortamı bozmak istemezdim, üzgünüm."

"Peki. İhtiyacın olursa bizi arayabilirsin" diyerek filmi durdurdu.

Herkese gitmem gerektiğini söyledikten sonra hızla ilerledim. Andrew de arkamdan geliyordu. Biranda kafam karıştı aniden arkamı dönünce Andrew'le çarpıştım.

"Ah çok pardon. Ben yolu karıştırdım da arabam..."

Andrew beni omuzlarımdan tuttu.

"Sakin ol. Ne olduğunu anlatmak ister misin? Söz, burada tohum atıp gizlice yeşerir. Benden çıkmaz."

Böyle iyi davranması gerçekten duygularımı alt üst ediyordu. Kimseyle yakınlık kurmak istemediğim ve kuramayacağım bir dünyadaydım. Bir adım geri attım, elini geri çekti.

"Sweatshirtün artık benimdir" diyerek zoraki bir gülüş attım ve yolu göstermesi için kenara çekildim.

Yüzü duvar kadar sabit duruyordu. Bakışlarımı yıldızlara çevirdim. Oh! Gerçekten de yıldızlar inanılmaz parlak görünüyordu buradan. İç çektim ve Andrew'in peşinden ilerledim.

Arabama binmeden önce;

"Her şey çok güzeldi. Havanızı bozdum birden ama üzgünüm. Görüşürüz" dedim.

"Sorun değil" dedi ve ben de arabaya binerek malikaneden çıktım.

Kendimi bok gibi hissediyordum. Bu akşam yaptığım her şey tam bir saçmalıktı. Hem oraya gitmem hem de gitmişken birden kalkıp dönmem. Neden geri çeviremedim ki? Kibar olmanın kime ne faydası var bu dünyada? Ne kadar kibar, anlayışlı olursak olalım, olacak olan olmuyor muydu yine de?

Bir ölüyü ne geri yaşatabilirdi? Gideni kim geri döndürebilirdi?

Cevabı bildiğim halde bunu yapmayı deneyecektim. Ya ölecek ya da döneceğiz.

*

Eve varmak üzereydim ki yan koltuğa giden elim boşlukla buluştu. Harika, çantamı unutmuştum.

İleri yoldan geri Andrew'lere doğru döndüm.

Güvenlik beni görünce direkt açtı kapıyı. Tekrar açık misafir garajına girdim ve arabayı park ettikten sonra indim. Tam bahçeye çıkacaktım ki içeri girişin olduğu koridordan belli belirsiz sesler duydum. Sessiz adımlarla oraya yöneldim. Ana salona giriş için sadece kapalı bir kapı vardı önümde. Kapının önünde durdum. İçeriden Andrew'in sesi oldukça yüksek geliyordu şimdi.

KİMLİKSİZ (NO ID/EA)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin