Hızla eve girip koşar adımlarla odama çıktım. Odamın önü kolilerle doluydu ve içi de öyle...
"Ne oluyor? Napıyorsunuz? Çabuk çıkın!"
"Efendim, taşınma için toparlıyorduk."
"Dışarı çıkın!"
Herkes elindekini nereye koyacağını şaşarak apar topar çıktı. Son çıkan hizmetli de kapıyı yavaşça kapattı. 'Şimdi o lanet günlük neredeymiş bakalım.' Çantamı yere attım ve yatağa ilerledim. Soğuk zemine değen dizlerim içimi ürpertti. O kadar öfkeliydim ki; kaşlarımı çatmaktan kalıcı kırışıklar edindiğime emindim. Elimi yatağın altından tabanında gezdirmeye başladım. Başucuna doğru gelince elim bir şeye çarptı. 'İşte buradasın.' Eğilip görmeye çalıştım ama nafile. El yordamıyla nasıl durduğunu anlamaya çalıştım. Bir şeyin içinde gibi ama nasıl? Kalktım ve çantamdan telefonumu aldım. Yere tamamen yatarak kendimi yatağın altına sürükledim ve telefonumun flaşını açtım. Tozdan burnum kaşınmaya başladı bile. Küçük ince bir tahta çekmecemsi yapının içinde bir şey vardı. Açık olan tek tarafında ise küçük deri gibi görünen siyah bir kemer. Telefonu karnımın üzerine koydum ve aceleyle kemeri açmaya çalıştım. Ben ne kadar acele ediyorsam bi o kadar da beceremiyordum ama sonunda oldu, açtım. Mavi kadife bir defter. Başka bir şey var mı diye elimi küçük kutuda gezdirdim ama yoktu. Defteri dışarı sürükledim ve ben de çıktım. Doğrudan defteri ve çantamı alarak kapıyı çarpıp çıktım. Alt katta hizmetliler sıraya dizilmiş endişeyle bekliyorlardı.
"Şimdi yapın ne yapıyorsanız." Dedim ve dış kapıya ilerledim. Kapıyı açarken aynaya takıldı gözüm. Saçım, kavgadan çıkmış gibi görünüyordu. Kapıyı açtım ve arabaya giderken elimle saçımı düzeltmeye çalıştım. Çantayı ve o çok önemli mavi defteri yan koltuğa atıp oturdum.
*
Tepeye ulaşır ulaşmaz günü devirmeye başlayan güneşe doğru bağırmaya başladım.
"Senden nefret ediyorum! Bunu da biliyorsun değil mi? Senden ne kadar çok nefret ettiğimi- edeceğimi biliyordun değil mi? Her şeyi bildiğin gibi. Ama bak bakalım bunu da biliyor muydun?"
Tek bir sayfasına dahi bakmadan mavi defteri tepeden aşağıya fırlattım.
"Beni çok iyi tanıdığını söylüyordun ama yanıldın! Yanıldın! Benden yalnızca bir tane var! Adımın, görünüşümün hiçbir önemi yok. Senin ne düşündüğünün ve ne planladığının da. Benim kim olduğumu bilmek istiyorsan iyi izle. Bu düzeni nasıl bozacağımı iyi izle. Ve... ve sakın bir daha karşıma çıkayım deme. Güven diye bir şey kaldıysa bende, nerede olursam olayım onu bir daha asla seninle heba etmeyeceğim!"
Son cümlemle birlikte telefonu da hızla tepeden aşağıya fırlattım. Çimenlere oturup derin nefesler almaya çalıştım.
Aria ve Vega ikizdi demek. Kendi dünyamda da böyle miydi bu? Bu sorumun cevabını öğrenebilecek miyim, geri dönebilecek miyim? Peki gerçek babamız kimdi? Nasıl ayrılmıştık? Ve en önemlisi; tüm bu soruların bir önemi var mı?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KİMLİKSİZ (NO ID/EA)
Science FictionO sadece doğum gününü kutlamak istemişti, diğerleri ise kağıdın intikamını kanla almak... Tüm hayatını ve hatta kendi kimliğini yitirmişken, adaleti intikamla sağlamak isterken kendisini paralel evrende bulan genç bir kız. Yitirdiklerinin mutlu oldu...