Bazen gülmüştüm, bazen ağlamıştım. Mutluluktan, yalnızlıktan veya yorgunluktan.. Zihnim çoğu sefer bulanıktı, net olduğu tek nokta ise o sıcak kollardı.
Bir yıl benden ne almıştı bilinmez ama bana çok şey katmıştı. Bir çocuğa bağlanmamam gerektiği kadar çok bağlanmıştım. Şimdilerde onu bir gün görmesem ne olur diye düşünmem, kendimi frenleyemediğimin farkındalığında olmamdı bir yandan.
Çıkış yapabilecek kademeye gelmiştim mesela. Bu da en büyük dileklerimden biriydi. Zaman zaman bu kadar mutlu olmamın altında bir sebep olmalı fikri kafamda cirit atsa bile, mutluluğun bana zarar vermeyeceğini de Jungkook'tan öğrenmiştim.
Bir yıl önce; teklifini bu terasta kabul ederken de, şimdi onu burada beklerken de aynı duyguları yaşamıştım. Tanrı, benim gibi bir kulu olduğunu da hatırlamıştı son zamanlarda.
Arkamdaki demir kapının açılma sesi ile daldığım düşüncelerden süzüldüm. Jungkook elinde tuttuğu minik pasta ve gözlerinde taşıdığı yıldızlarla bana yaklaştığında dolu gözlerimle gülümsedim.
Güzel pastayı masaya bıraktığında hızla bana döndü ve kollarını belime sardı. Dudağıma uzun ancak etkisini belli etmeyen bir öpücük bıraktığında gülümsedik ikimizde.
Elimden tuttu ve beni masaya yaklaştırdı. Üzerine koyduğu tek mumun ateşi rüzgarda sallanan pastanın önünde durdu. "Bir yıl oldu," Burnunu kırıştırdı gülerek. "Ama kalbimi hâlâ aynı hızla çarptırıyorsun."
Kanın toplandığını hissettiğim yanakları saklamak amacıyla arkamı döndüm. "Hadi üfleyelim mumları." Arkamdan gülerek bana yaklaştığında pastanın üzerinde duran bir muma bakmaya başladım gözleri yerine.
"Dilek tutmalısın." dedi elini üflemek üzere olduğum dudaklarımın önüne getirip beni durdururken. Önce gözlerimi yana çevirip ona baktım. Sonra ise onun da yaptığı gibi gözlerimi yumdum ve dileğimi tuttum.
Umarım sonsuza dek burada kalırsın.
Gözlerimi açtığımda yüzümü yüzüne çevirdim. Kafasıyla hadi der gibi işaret ettiğinde pastaya döndüm ve onunla eş zamanlı olarak üfledim muma.
Eğildiğimiz yerden dikleştiğimizde gözlerini yan profilimden çekmiyordu. Dudağımı içten dişleyerek ona döndüm. Yanındayken rahattım ama çoğu sefer öyle derin bakıyordu ki elim ayağım birbirine dolanıyor, ne yapacağımı şaşırır hâle geliyordum.
"Ne bakıyorsun öyle uzun uzun?" Ellerimle oynamaya başlamıştım yine.
Dudaklarını ıslattı, özenle dizilmiş inci bir kolye gibi olan dişlerini görebiliyordum. "Nasıl bir tablo gibi kusursuz olduğunu düşünüyordum."
"Tabloların da kusurları vardır." dedim arkamdaki demire yaslanırken. "Kusursuz tablo, kusursuz ressam bulamazsın. Çünkü insanların yaratılışı böyledir. Pürüzler hep vardır."
Bana yaklaştı ve elini yanağıma koydu. Sıcak dokunuşu tüm vücudumda etkisini gösterirken gözlerimi yumdum rahatlamaya çalışarak. Kafamı eline doğru eğdim, rahat olsun istedim.
Ağzını açıp konuşacağı sırada duyduğum sesle -eğer şizofren değilsem kesinlikle ses duymuştum- gözlerimi tamamen araladım ve ani olmayacak şekilde yanağımda duran eli ile bileği arasındaki noktayı kavradım. Biri fotoğrafımızı çekmişti. Gelen ses bir telefona aitti, fotoğraf çekme sesiydi.
"Biri var," dedim sadece onun duyabileceği bir ses tonuyla. "Jungkook, burada biri var." Kaşları çatıldı ancak üçüncü kişinin çakmaması adına pozisyonumuzu bozmadı.
Baş parmağıyla yanağımı okşamaya devam ettiği sırada, "Gördün mü? Nerede?" dedi bedeniyle beni çevrelerken. Bakışlarım kısa mesafede etrafta gezindi.
"Görmedim," Boşta olan elini tuttum sıkıca. "Ama ses duydum. Kapı tarafından, fotoğrafımızı çekti." Adem elması oynayacak şekilde sertçe yutkunduğunda gözümü bile kırpmaz hâle gelmiştim.
Bakışlarıyla sakin olmamı anlatırken, bedeni yavaşça arkaya döndü. Belki de görünür de kimse yoktu ama döndükten birkaç saniye sonra koridorda yankılanan bir cismin sertçe düşme sesi, burada tek olmadığımızı kanıtlar nitelikteydi.
•
ŞİMDİ OKUDUĞUN
gone
Fanfictionseni ilk gördüğümde düşündüm, ne tuhaf bir yabancı. şimdi yeniden yabancılarız, bu sefer anılarla birlikte. rosékook. ✓