Dilimi kurumuş dudaklarımın üzerinde gezdirdiğim sırada kapı zili uzunca çaldı. Tüm yavaşlığımla uzandığım koltuktan kalkarken zil bir kez daha çaldı ve kapının ardındaki kişi kapıyı yumruklamaya başladı. Kaşlarımı çatarak girişe yönelip hiç beklemeden kapıyı açtım.
Herkesi beklerdim fakat kesinlikle elinde buruşuk bir kağıt tutan ve bedeni sinirle kaplı olan Yoongi'yi asla.
Kağıdı bana doğru fırlattı. Yüzüme çarpan kağıt yavaşça yere süzüldüğünde bakışlarımı ondan ayırmadım. Sinirinin nedenini anlayamıyordum. Kaşlarını kaldırarak yerdeki kağıdı işaret ettiğinde tereddütle eğildim ve kağıt parçasını aldım. Alt dudağımı dişleyerek buruşukluğu düzelttim.
Nefesim kesildi. Hâlâ dizlerim üzerinde dururken okuduğum her bir satırda daha fazla nefesim kesildi ve en sonunda dayanamayarak yere oturdum. Gözümden ruhsuzca bir yaş kaydı, kağıdın üzerindeki yazıyı dağıttı.
"Sana bu yükü ona yükleme demiştim!" dedi Yoongi. Kızgın değildi ama kırgındı. Belki bana, belki Jungkook'a..
Ben elimdeki kağıt parçasına bakmaya devam ederken o kapının eşiğine oturdu. Kafasını geriye yasladığında ona tamamen baktım. Gözleri yumuluydu. Dokunsam sabaha kadar ağlardı.
"Nerede?" dedim boğazımı zorlayarak. Kısık sesim ona ulaştığında gözlerini yavaşça araladı. Cevap vermeyince, "İyi mi?" diye sordum. Onu merak etmemi yüzsüzlük falan sayabilirdi ama bu benim elimde olan bir şey değildi. "Cevap ver." Yine sustuğunda ellerimi açık bir şekilde kucağıma koydum ve gözyaşlarım daha hızlı akmaya başladı.
"Ağlama." dedi fısıldayarak.
Boğazımdan bir hıçkırık kaçtı. "Çok yorgunum. Kalbim çok yorgun ve artık toparlayamıyorum. Bencil biriyim öyle değil mi? Sadece tek taraflı düşündüm.." Kafamı yukarıya kaldırdım. "Neden bu kadar zor, ondan uzak durmak istemek ama yine de yanında olmasını istemek neden bu kadar zor."
"Bunu söylemek istemezdim Chaeyoung ama Jungkook.." dediğinde bana yaklaştığını hissettim. Kafamı iki yana salladım, ikimiz de bunun ne anlama geldiğini biliyorduk; duymak istemiyordum. "Jungkook intihar etmiş."
Dünya ellerimden kayıp gitti. Araya yıllar girdi fakat sen o yangını küllerinden çıkarmayı başarabildin Jungkook. Kalbim ve vücudum aynı anda büyük bir ateşle yandı.
"Yalan söylüyorsun değil mi?" dedim titreyen çeneme sahip çıkmaya çalışırken. Yoongi'ye baktım, yalan desin istedim. "Şimdi çıkıp gelecek ve açılan her bir yarayı saracağım değil mi?" Titrediğimi fark ettiğinde ellerini kollarıma yerleştirdi. Gözünden bir yaş aktığında, "Ağlama." diyerek sesimi yükselttim. "Sahte gözyaşlarını sonrası için kullan! Şimdi olmaz.." Ayağa kalkmak istedim fakat elleri buna engel oldu.
"Yapma.." dedi göz teması kurup beni sakinleştirmeye çalışırken. "Yapma Chaeyoung."
Burnumu çekerek kafamı eğdim. "Benim suçum. Ne olursa olsun izin vermemeliydim. Gitmemeliydi, bu gece bu evden kırgın çıkmamalıydı!"
"Kendine gel." dedi Yoongi beni sarsarak. "Jungkook'un sana ihtiyacı var." Umutla gözlerime baktı. "Bu sefer gerçekten, gerçekten ihtiyacı var."
"Gelirsem her şey düzelecek mi? Geçmiş unutulacak mı? Her birbirimizin yüzüne baktığımızda hatırlamayacak mıyız?"
Benim gibi yere tamamen, rahatça oturdu. "Tek başınıza olmayacaksınız." Çenemi tutarak ona bakmama neden oldu. "Biz hep burada olacağız, arkanızda. Birbirinizin yanında duracaksınız. O zamanlar sadece iki ergendiniz, verdiğiniz kararlar doğru değildi fakat şu an olgun ve erişmiş iki insansınız. Lütfen, mantıklı düşün."
"Beni affeder mi?"
Acı ve alayla güldü. "Dünden razı." Hafifçe gülümseyerek gözlerimi yumduğumda beni dürttü. "Yanına.. Gitmek ister misin?"
"Bu doğru bir karar mı olur?"
"Deneyip görmek ister misin?" İçten içe kendimden kuşku duysam dahi kafamı hafifçe salladım. Ayağa kalktı ve beni de kendiyle birlikte çekti. Evin ışıklarını kapattıktan sonra antrede asılı olan montumu ve çantamı alarak kapının dışında beni bekleyen Yoongi'nin yanına gittim.
Birlikte sessiz bir araba yolculuğu geçirdik. Kafamdaki sesler asla susmuyor, hep bir kargaşaya neden oluyordu. Tamamen dağılmış göründüğümün farkındaydım fakat elimi kaldıracak hâlim de yoktu.
En sonunda o önde, ben arkasında ürkek adımlarımın da eşliğinde Jungkook'un kaldığı kata gelmiştik. Asansörün kapıları aralandığında koridordaki dağılmış adamlar adımlarımı sekteye uğrattı. Hepsi çaresizce bir köşeye sinmişti.
Boş olan bir sandalyeye oturduğumda onları kısaca inceledim. Taehyung tam karşımda kollarını birbirine kavuşturmuş şekilde beni izliyor, Namjoon durmadan bir ileri bir geri gidiyor, Hoseok birkaç sandalye ötemde kafasını dizlerine gömmüş şekilde bekliyor, Jimin kafasını duygusuzca duvara bakan Jin'in omuzuna yaslamış hafifçe ağlıyor ve benimle birlikte gelmiş olan Yoongi de az ötedeki doktordan bilgi alıyordu.
Acaba o nasıldı?
Burnumu çektiğimde Hoseok kafasını kaldırıp bu tarafa döndü. Gözlerinde saf yorgunluk vardı. Bir şeyleri çözmeye çalışıyormuşçasına bana baktı birkaç saniye, ardından da umut vaad eden ufak bir gülümseme bıraktı. Zoraki bir gülümseme ile karşılık verdim fakat bu saniyelikti.
Aradan geçen sessiz yarım saatin sonunda ayağa kalktım. Jungkook'un yatırıldığı yoğun bakım ünitesinin camından onu izlemeye koyuldum. Dudakları kurumuş, teni beyazlamıştı. Nefes alıyor gibi de değildi. Yaşayan bir ölü duruşuydu bu. Ona bakarken istemsizce gözümden bir yaş daha aktı.
Ne hissedeceğimi bilmiyordum. Pişmanlık? Sevgi? Nefret? Her şey çok karışmıştı. Ona onu sevdiğimi söylesem bile geçmişi değiştirememek çok koyardı. Yaşadığı şeylerin hiçbirini hak etmemişti, ikimiz de hak etmemiştik.
Umarım gitmezsin Jungkook, en azından şu anlık; hâlâ bir şeyler hissedebiliyorken.
•
Yazarken ağladığım bir bölüm..
ŞİMDİ OKUDUĞUN
gone
Fanfictionseni ilk gördüğümde düşündüm, ne tuhaf bir yabancı. şimdi yeniden yabancılarız, bu sefer anılarla birlikte. rosékook. ✓