Lalisa -şirkette arkadaş olmuştuk ve gayet samimiydik son üç yıldır -önündeki çikolatalı pudingten koca bir kaşık daha aldı. Ben onun aksine fazla yiyememiştim. Önümdeki kadehe doldurduğum şampanyadan bir yudum aldım.
"Bugün yaptığın da neydi öyle?" dedi bana alttan alttan bakışlar atıp sırıtırken.
Göz kırpıp, "Hangisi?" dedim sorgular bir tavırla.
"All my love is gone!" dedi abartılı bir şekilde taklidimi yaparken. "Karşında da ağlayan bir Jeon Jungkook. Ona baktığında oluşan yüz ifadeni göremiyordum ama her şey ortadaydı Roseanne. Onu gördüğünde titreyen sesin-"
"Hayır." dedim elimdeki kadehi fazla sert olmayacak şekilde masaya bıraktığımda. "Ortada bir şey falan yok Lalisa. Kaç sene geçti hem üzerinden. O zamanlar sadece çocuktum ve bunların hepsini şu an atlattım."
"Atlatmış hâlin mi bu? Yeme beni Chae. Bazen Still With You dinlerken yakalıyorum seni, hep ağlıyorsun." Gözlerimi sertçe yumarak kafamı aşağı çevirdim.
"Konuyu kapatalım." Ayağa kalktığımda o da kalkmıştı. Bardakları alarak tezgaha taşımaya başladığımda kolumu tutmasıyla bakışlarım ona dönmüştü.
"Ya tamam seni kırdıysam özür dilerim." dedi ve beni çekerek sarıldı. Kafamı saç tutamlarına gömerek belini kavradım.
"Saçmalama Lis," diye mırıldandım ondan ayrılırken. "Buna nede kırılayım?" Gözlerini kısarak bana baktığında emin olmaya çalıştığını anlayabilmiştim. "Gerçekten." dedim iyice gülümseyerek.
"Pekala," Kollarını benden tamamen uzaklaştırdı. "Şirkete geliyor musun?" İkimizin de bugün kayıt yapmamız gerekiyordu ve Teddy bahane kabul etmeyen bir insandı. Elimi tezgaha yaslayıp derince bir of çektiğimde anlamış gibi kaşlarını kaldırdı. "Ah tamam, senin için bir bahane uydururum."
Hızla yanına vardım. "Yapar mısın cidden?" diye sırnaştığımda gülerek kafasını sallamıştı. Alkış çalarak hafifçe zıpladığımda yanımdan geçerek antreye çıktı.
Kabanını giyip saçlarını düzelttikten sonra oturup ayakkabılarını da bağlamaya başladı. "Biz büyük ihtimalle sabahlarız zaten. Gelmeyeceğin için iki gün sabahlaman gerekecek." dediğinde omuz silkmiştim. "Pekala," dedi ayağa kalkarken. "Görüşürüz!" Bana öpücük attıktan sonra kapıyı kapatarak çıktı.
Arkasından uzun bir süre halı desenlerine bakarken daldığımı fark ederek kafamı iki yana salladım ve mutfağa yöneldim. Dağıttığımız masayı toplamaya devam ederken kapının çalma sesi kulaklarıma vardı. Elimdeki bardağı tezgaha bırakarak yeniden girişe adımladım. Lalisa bir şey unutmuş olmalıydı.
Delikten baktım fakat karanlık bir görüntüyle yüzleştim, bu beni kısmen korkuttu. Hırsız falan girmiş olamazdı çünkü sitemiz son derece güvenlikli bir şekilde donanmıştı. Derin bir nefes bırakarak kapı kolunu tuttum ve araladım.
Başta ufacık aralamış olsam bile tanıdık bedeni beni kapıyı yarıya kadar açmam konusunda ikna etti. Bakışları yüzüme tırmandı. Fazlasıyla derin bakıyordu ki bu benim kaşlarımı çatmama neden oldu.
"Konuşabilir miyiz?"
"Tabii," dedim zoraki bir gülümsemeyle. Ağırlığımı tek ayağım üzerine verdim. "Söyleyeceklerin varsa lütfen, buyur."
Alaylı tavrımla yutkundu. "Girebilir miyim peki?" Kapıyı biraz daha aralayarak arkamı döndüm. Bu gelebilirsin demekti. Göz devirerek mutfağa girdiğimde titreyen ellerimi fark etmiştim. Yumruk yaparak onları sıktım, titremesinler istedim.
Kapının kapanma sesi geldiğinde hiçbir şey olmamış gibi bulaşıkları makineye yerleştirmeye devam ettim. "Müsaade edeceğini sanmıyordum." Sesi çok boğuk çıkmıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
gone
Fanfictionseni ilk gördüğümde düşündüm, ne tuhaf bir yabancı. şimdi yeniden yabancılarız, bu sefer anılarla birlikte. rosékook. ✓