19

1.1K 79 22
                                    

"Seni buraya neden çağırdığımı tahmin edebiliyorsundur." Gülmemek, ağzımı açmamak için yanağımı ısırdım. Sinirimi dizginlemeliydim ki, kendi kârıma bir şeyler çıkarabilme imkanım olsun. Sonuç olarak ben burada sadece besin zincirinin en altında bulunan bir stajyerdim.

Kafamı önüme eğerek, "Evet efendim." diye mırıldandım. 

Elinde öylece duran kalemi sertçe masaya bıraktığında kapı çalmaya bile lüzum göstermeyen Jungkook daldı içeri. Başımı aniden kaldırdım; önce ceo'ya sertçe baktı, ardından bana döndüğünde bakışları yumuşadı. Boğazını temizleyerek araya giren 'üçüncü kişi' bakışmamızı kesti.

Jungkook sertçe açtığı kapıyı tamamen aksi bir durumla yavaşça kapattı. Masanın önünde duran benim karşıma geçtiğinde bakışlarımız çok az süre buluşuyor, ardından tekrar birbirinden kaçıyordu.

"Diyebileceğim pek bir şey yok," dedi Jungkook kendinden emin bir şekilde. "Sadece dikkatsizdim, hatalıyım-"

"Hatalıyız." dedim ne lafını kesmeyi, ne de ceo'nun önünde olmamızı umursamadan onu sertçe uyarırken. "Bunu tek başına yapmadın?" Hafifçe gözlerini açtı beni uyarırcasına. Tüm sorumluluğu kendine yükleyerek bu işten suçsuz çıkmam adına uğraşıyordu güya.

Hiç kimse bunu kabullenecek kadar ahmak değil Jungkook.

Ceo alayla güldü, aşağılayıcıydı. "Büyük aşklar her daim;" Hecelere tek tek yaptığı vurgu gözlerimi sertçe yummama neden oldu. "Büyük sorumluluklar," Jungkook'un dilini sertçe yanağında gezdirdiğine şahit oldum. "Ve büyük sonuçlar doğurur."

Sadece bu işten kolay kolay kurtulamayacağımızı anlatıyordu bize. Bunu böyle yüzümüze vurması da 'sözde' bize ders vermek istemesinin nedeniydi.

"Dispatch böyle şeyleri asla kaçırmaz. Engellemeye çalışacağız fakat tek bir şey bile sızdırılırsa ikinizinde kariyerini askıya alırım." Kafam direkt olarak Jungkook'a döndü. Bana bakmadı hiçbir şekilde. 

"Sadece stajımı yakın." dediğimde yere eğdiği başının bana döndüğünü hissettim Jungkook'un. Ona dönmedim çünkü bana kızacağını biliyordum.

"Hayır." Keskin sesi ile ceo kaşlarını kaldırdı. "Henüz ortada haber bile yok. Hızlı ve kesin hüküm vermeyin."

Kafasını ağır ağır salladı ceo. "Dediğin gibi, henüz ortada haber yok. Şimdilik çıkın ve aranızda halledin." Dudaklarımı dişleyerek minik adımlarla odanın kapısına ilerledim, onun da arkamdan geldiğinde emindim. "Fakat emin olun, fatura hafif kesilmeyecek." dediğini de duydum arkamızdan.

Kapı kapandığında kendi etrafımda dönerek tamamen ona çevirdim bedenimi. Hasret kaldığım kokusunu içime çektiğimde tek meselemiz bu olsun istedim, sadece kokusunu özlesem yetmez miydi?

Etrafına baktı, kalabalıktı. Elimi tutarak beni çekiştirmeye başladı. Nereye gittiğimiz hakkında bir fikrim olmasa da ona ayak uydurdum. Sanırım istemek yetmiyordu çünkü tek meselemiz kesinlikle bu değildi.

Birlikte girdiğimiz, genelde onun kullandığını bildiğim stüdyodaki sandalyeye kendimi yorgunca bıraktım. Vakit kaybediyormuşuz gibi kendine de bir sandalye çekerek yanıma oturdu. Benim sandalyemin kenarlarından tutarak kendine çevirdi. Bacaklarım, bacaklarının arasındaydı ve bu güvende hissettiriyordu.

"Rosie, neden bunu yapıyorsun?" 

Yorgunca araladım dudaklarımı. "Ne yapıyorum Jungkook?" Nefesini vererek başını eğdi. "Bak, en doğrusu bu tamam mı?" Sesim titredi ama yılmadım, devam ettim. "Bu riskleri alacağım günün geleceğini biliyordum, bunu bilerek yola çıktım. İzin ver kolaylaşsın."

"Hayır," dedi kafasını iki yana sallayarak. Gözleri şimdiden dolu dolu olmuştu. "Benim yüzümden olmaz, anladın mı? Olmaz. Yapamam bunu sana."

Omuzlarından tutarak bana bakmasını sağladım. "Sen yapmıyorsun, ben yapıyorum." Gözümden küçük bir yaş çeneme doğru yol aldı. "Bak bana, kendi kendime yapıyorum. Sen yapmıyorsun."

"Roseanne.." Sesi hıçkırıklarına karışırken kafasını omuzuma yasladı. "Seni yıpratmak en çok korktuğum şeydi ve şimdi bu başıma geldi."

"Yanılıyorsun." dedim yanaklarından tutup onu omuzumdan kaldırırken. Gözyaşlarını hızlıca sildim ama benimkiler onunkileri geçmeye yüz tutmuştu bile. Dudağına minik bir öpücük bıraktım. "Sen beni yıpratmıyorsun aksine, yeniliyorsun."

Bir kez daha buluşturdum dudaklarımızı. Beni yavaşça öptü; bir daha bırakmayacak gibi, sanki dudaklarımızı ayırsa gidecekmişim gibi. Artık ilk olmayan bu eylemde değişmeyen tek şey ise kalbinin hızlı ve güzel ritmiydi.

goneHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin