"Ne?" Çıktı sadece ağzımdan, tüm vücudum kasılmıştı.
Derin bir nefes bıraktı. "Duydun işte, ayrılalım."
Gözlerimi sıkıca yumarak yüzümü yere çevirdim. Çenemi istem dışı sıkmaya başlamıştım. "Jungkook sen ne dediğinin farkında mısın?"
"Gayet farkındayım." dedi duygu barındırmayan sesiyle.
"Bana verdiğin sözlerin, bana verdiğin umutların karşılığı sadece bu mu?" Onun yan profiline ne kadar delici bakarsam bakayım yüzünü bana dönmüyordu. Histerikçe güldü, bu gülüş delirmeme sebebiyet verecek kadar kalbimi kırmıştı. "Şu an yaptığın tek şey saçmalamak."
Gittikçe hızlı yağmaya başlayan kar ile yerinden kalktı. Gediğinden beri gözlerime bakmıyordu bile. Bende kalkarak onun karşısına geçtim. Siyah harelerine attığım bakışın güçlü olmasını umuyordum ama yanağıma süzülen yaş tam aksini söylüyordu. Gözleri, yorgun bakıyordu; yorgun ve sıkılmış.
"Bana beklememi söylemiştin." dedim kendi kendime. "Gitmeden önce beni bekle demiştin." Gür sesim de onda herhangi bir tepkiye yol açmadı. "Ben bekledim ama sen karşıma bu hâlde çıktın. Neden Jungkook? Ben sana ne yaptım? Sadece bir neden istiyorum senden."
Yüzü kırıştı hafifçe. "Ayrılmak istemem gayet normal, kimseyi zorla yanında tutamazsın."
"Şirket mi istedi? Jungkook bana her şeye karşı birlikte savaşabileceğimizi öğreten sendin. Onların dediği hiçbir şeyi yapmak zorunda değilsin. Lütfen," dedim bir yaş daha yanağıma yol alırken. "Lütfen izin ver yanında olayım, birlikte göğüs gerelim her şeye."
"Boğuluyorum, yapma. İstemiyorum anlamıyor musun?" Sesi ilk defa bu kadar yüksek çıkmıştı bana karşı. Bu benim tanıdığım Jungkook'un yanından bile geçemezdi.
Benim tanıdığım Jungkook bana asla onu boğduğumu söylemezdi.
"Sana inanmıştım! Bana aşık olduğunu söylediğinde sana inanmıştım! Bana, beni sevdiğini söyledin sen!" dedim boğazımı sonuna kadar zorlayacak şekilde bağırdığımda.
"Ne kadar aptalmışım!" Bu, geçen seferkiler gibi değildi. Zihnimi de, bedenimi de yerle bir etmişti. Öylece donup kaldım karşısında. Diz kapaklarım titredi, dudaklarım da öyle. Onun karşısında defalarca ağlamıştım ama o her seferinde sarılmış, yaşlarımı temizlemişti. Şimdi ise öylece bakıyordu bana, duygusuzca.
"Gerçekten böyle mi düşünüyorsun?" dedim gözlerine bakacak cesareti bulamadan kazağının desenlerinde takılı kalırken.
"Evet koca bir aptalım. Olmadık yere grup üyelerimi ve kendimi tehlikeye attım. Ama şanslıyım ki bunu geçte olsa fark edebildim."
"Olmadık yere.." Zorlukla yüzüne baktım. "Gerçekten olmadık yere mi Jungkook? Bir haftada ne değiştirdi fikrini böyle? Bu sen değilsin.."
"Şansını zorluyorsun Chaeyoung."
"Şansımı zorluyorum çünkü doğru olanı biliyorum!" Boğazımı acıtıyordu bağırmak ama o bana böyle bakarken sakin kalmak çok zordu.
"Doğru olanı söylememi ister misin?" Boynundaki damar belirginleştiğinde yüzü çok az bile olsa yüzüme yakınlaşmıştı. "Sana karşı hiçbir şey hissetmediğimi fark etmem."
Yemin ederim ki o an yüzüme küfretseydi daha az acıtırdı.
"Jungkook," Boğazıma bir yumru oturdu. "Yapma. Lütfen." Gözlerim yumduğum her an bir yaş daha vardı çeneme. Onun bakışları ise asla yumuşamadı.
Dili hafifçe dudaklarının üzerinde gezindi. "Buna alışsan iyi edersin çünkü bitti Chaeyoung. Her şey bir gün biter, biliyor-"
"Senin bana olan aşkın bitmezdi!" dedim, gurursuzca olduğunu biliyordum ama o kadar derinden parçalamıştı ki beni..
"Uyan artık Chaeyoung! Hepsi sadece birer gençlik hatasıydı. Olgunlaş biraz ve çevrene göz gezdir."
Hafifçe yere çöküp kara oturdum. "Git." dedim kendi kendime. "Lütfen buradan siktir ol ve git Jungkook!" Kollarımı dizlerime sararak kafamı gömdüm. Ağlamak bile iyi gelmiyordu şu an. Hiçbir şey hissedemiyordum.
Adım sesleri bana yaklaştı fakat öylece yanımdan geçip gitti. Kalbimin unufak olduğunu hissediyordum. Söylediği şeyler benim kaldırabileceğim türden değildi, kaldıramamıştım da zaten. Koskoca bir yılı, bir gecede buruşturup çöpe atmıştı. Hayatımın en kötü gecesi olarak zihnimde canlanacak gecede, arkasında kırık bir kalp bırakarak.
Ne kadar süre emin değildim ama gözlerimin artık acımaya başladığını hissettiğim an bana hızla yaklaşan adım seslerini işittim. Ardından ise önümde çöküp kafamı kaldıran teyzeme vardı gözlerim. Bana çok şey söyledi ama zihnimin bulanıklığı kelimeleri seçmekte zorlanmama sebep oldu.
Onun söylenişleri, benim serzenişlerim ile asansöre binmiş ardından evine çıkmıştık. Montumu ve ayakkabılarım çıkardıktan sonra banyoya götürdü beni.
"Ben hallederim." dedim kısılmış sesim ile. İlk önce bana kararsızca baktı fakat ona gönderdiğim sakin bakışlarım ile emin olamasa bile dışarı çıktı.
Arkasından kapıyı kilitleyerek bütün kıyafetlerimi çıkardım. Duşakabine girerek zaten yeterince ıslanan saçlarımı sıcak suya tuttum. Bu yeterli değildi, içimi soğutacak olan bu değildi. Suyu sonuna kadar soğuk kısma çevirdiğimde bedenim titremiş olsa bile kötü hissettirmemişti. Tek elimi duvara yasladım ve nefeslenmeye çalıştım. Söylediği her bir kelime zihnimde yankılandığında gözyaşlarıma yine hakim olamadım. Banyo zeminine çöktüm ve sessizce ağladım.
O buz gibi mermerde, buz gibi suyun altında dakikalarımı öldürdüm.
Ben onun değerli vaktini olmadık yere harcamıştım, kendime ait olanları öldürsem ne fayda..
•
ŞİMDİ OKUDUĞUN
gone
Fanfictionseni ilk gördüğümde düşündüm, ne tuhaf bir yabancı. şimdi yeniden yabancılarız, bu sefer anılarla birlikte. rosékook. ✓