Gerginlikle nefesimi verip kalemi odanın öteki tarafına attım. Saçmalıktı. Yerde yuvarlanarak yüzüstü uzanmaya başladım. Sorunum neydi benim? Beynime kan gitmiyordu sanki. Sabahtan beri iki cümle yazmıştım ve ikisi de birbirinden saçma duruyordu. Kafamı yana çevirerek aynadan kendime baktım uzun uzun. Eğer böyle gidersem iki gün sonraki sınavda mal gibi kalacaktım ortada. Bir daha bana anlayış falan göstereceklerini de sanmıyordum.
Kapı hafifçe aralandığında gözlerimi kısarak duvardaki saate baktım. Neredeyse gece yarısı olacaktı. Kimin geldiğini biliyordum, bu yüzden yerimden kalkmak yerine bileklerimi alnıma yerleştirerek gözlerimi yumdum. Yorgundum, fiziksel olarakta zihinsel olarakta yorgundum.
Kilit sesi kulaklarımı tırmaladıktan birkaç saniye sonra yanıma oturduğunu hissettim. Ne ben bakıyordum, ne de o konuşuyordu. Bunun sonsuza kadar süremeyeceğinin farkına vardığımda ise ellerimi çekerek ona baktım. Bana sıcak bir gülümseme bahşettiğinde karşılık vermek istesem de yapamadım.
Konuşarak anın büyüsünü bozmakta istemiyordum. Oturur pozisyona geçtim direkt olarak yüzüne bakmak yerine aynadan onu izledim ilk birkaç saniye. Ardından ona döndüğümde eliyle önüme gelen saç tutamını geriye doğru ittirdi. Aramızda bir yakınlık vardı; Odadaki tüm oksijen bitmişte, ben nefes alamıyormuşum gibiydi bu yakınlık.
Bedenimi ufak bir hareketle ileri ittirdiğimde bacaklarım bacaklarıyla temas hâline geçmişti. Omuzlarından tutarak onu kendime çektim ve kafamı göğsüne yasladım. Başta şaşırdığını varsaydım, kollarımı ona daha sıkı sardığımda ise hiç beklemeden beni sarmalamıştı.
Elimi göğsüne yasladım. "Burası," dedim sıcak nefeslerini saçımda hissettiğim anlarda. "Burası ev gibi hissettiriyor." Sesim öyle fısıltılı çıkmıştı ki ona ulaştığından emin bile değildim. Nefesleri kesildiğinde kalkıp inen göğsü bile durmuştu. Kalp atışları duyduğum her saniye hızlanırken gülümsedim. Bunun ne anlama geldiğini biliyordum.
Kalbi benimle hızlanıyordu ve bu hızlı ritim yalnızca ikimize özeldi.
İkimize.
Özeldi.
Kendimi yavaşça o mutlu diyardan çektim. Kahverengi gözlerinin en derinine baktığımı fark etmem zaman alsa da, gözlerindeki ışıltıyı fark etmem kolay olmuştu. Göz bebeklerinde kendi yansımamı görebiliyordum. Ve hayır, kesinlikle abartmıyordum.
Aramızdaki çekim nefeslerimin sıklaşmasına neden olurken kafamı hafifçe eğdim. Jungkook, oturuşunu düzelttiğinde parmaklarını çeneme getirdi ve kafamı kaldırdı. Parmak uçları değdiği her bir noktayı yakarken saçlarımı kulaklarımın arkasına sıkıştırdı ölümcül bir yavaşlıkla.
Ve o an, kendim bile beklemediğim bir şey yaptım.
Gözlerimi yumarak yüzümü ona yaklaştırdığımda geri çekilmemesi adına içimden dua ettim. Temas ettirmedim dudaklarımı, tepkisini bekledim. Bekledi, bekledi, bekledi. O kadar bekledi ki içimdeki sesim bana çekilmemi söyledi.
Kirpiklerimi yavaşça araladığımda farkında olmadan alnına yasladığım alnımı çektim yavaşça. Tam o anda eli ensemi bulurken üzerime doğru eğilen o olmuştu. Yumuşak dudakları, dudaklarım üzerinde birkaç saniye durduktan sonra gülümsediğini hissettim. Ardından bunu sorgulamama fırsat bile vermeden harekete geçtiğinde tüm vücumdaki tüylerin diken diken olduğunu hissedebiliyordum.
Pekala, bu bir ilkti.
Öylece öpüştük orada. Kimine göre saçma ama fazla bir hamle olmadan. Dudakları dudaklarımın üzerinde yavaş bir ritimle dans ederken bile zamanı, dakikaları umursamadık.
Yavaşça dudaklarını çekip alnını alnıma yasladığında gözlerimi açma zahmetinde bulunmamıştım. Neden bunu yaptığımı bilmemem bir yana, şu an kanın yanaklarıma toplandığından da emindim. Normalde olsa bu öpüşme için çok erken derdim ama beni bunu normal kılmaya iten neydi, henüz anlam da verememiştim.
"Hâlâ aynısın." dedi boğuk sesiyle. "Hâlâ utanırken çok tatlı görünüyorsun."
•
ŞİMDİ OKUDUĞUN
gone
Fanfictionseni ilk gördüğümde düşündüm, ne tuhaf bir yabancı. şimdi yeniden yabancılarız, bu sefer anılarla birlikte. rosékook. ✓