Adımlarım birkaç saniye öncesine göre kendinden daha emin olsa bile hâlâ geriliyordum. Lavaboda ağlamamıştım belki ama çalışan beni çağırmak için azıcık daha geç kalsaydı salya sümük ağlardım. Deliriyordum, kafayı yiyordum ama bu sevgiden değildi; nefret de diyemezdim. Anlamlandırılması zor bir duyguydu.
Törende planlanan yere oturduğum dakikalarda diğer idoller de benim gibi yeni yeni oturuyorlardı. Kameralar her yerdeydi ve hareketlerime her an dikkat etmek zorundaymış gibi bir baskı içindeydim. Ensemden terler akıyordu ama gülümseyerek etrafa bakıyordum.
Yan tarafımda Red Velvet, önümde Exo oturuyordu. Arkam da boştu ama kimin geleceği hakkında bir fikrim yoktu. İlk sıra Twice sunbaelerimindi bu yüzden hazırlanıyor olmalılardı. Ben sondan üçüncüydüm ki bu gerginliğimi atmama az da olsa yardımcı oluyordu.
Kalabalık bir grup bize doğru yaklaştığında Seulgi'nin ayağa kalktığını gördüm. Ardından diğer üyeler ve en sonunda biz. BTS bize doğru gelirken eğilerek selam verdiklerinde göz temasından kaçınarak karşılık verdim. Son olarak Jungkook, Yeri'nin yanından geçerken yavaşladığında boğazıma bir yumru oturdu. Onunla göz göze geldi fakat hızlıca kameraların varlığını hatırlamışçasına bize de selam vererek arkamıza geçti.
Buruk bir gülümseme dokundu dudaklarıma. Kafamdaki alaylı sesler yükselirken tekrardan sandalyeye oturdum ve battaniyeyi bacaklarıma örttüm. Jungkook tam arkamdaydı ama bana baktığını da pek sanmıyordum.
Tüm performanslar sırayla gösterilirken müzik sesinden başımın ağırdığını hissedebiliyordum. Menajerim yanımıza yaklaşarak sıranın bana geleceğini ve hazırlanmam gerektiğini söylediğinde yerimden kalktım. Beni üst kısımdan dolaştırarak prova odalarına götürecekken buranın kameralar tarafından çekilmediğini ekledi.
Yaptığım gerçekten kasıtsızdı ama yaptım. Bakışlarım ona döndü. Yeri'ye bakıp gülümsediğinde adımlarım kesildi. Tenim buz tuttu ve kabuk tutmuş yaralarımın tekrardan kanadığını hissettim. Her yer, herkes sessizleşti.
Duydun değil mi Jungkook? Öylece elime tutuşturduğun birkaç kırık kalp parçasını tutmayı beceremeden yere düşürdüm ve unufak oldular. Bu ilk sefer değildi ama en çok yankılanandı.
Zorlukla kafamı iki yana salladım ve yürümeye devam ettim. Kafamı sadece koreagrafiye ve hata yapmamaya vermeliydim.
Henüz ışıkların yakılmadığı karanlık sahneye adım attığımda nefes alamıyor gibi hissediyordum.
Kafamı yere eğerek gözlerimi yumdum. Her yerdeydiler, herkes bana bakıyordu ve yabancı bakışlar her yerdeydi. Tanıdık olanlar ise sadece bir zamanlar severdi beni. Ben sahneye çıkardım ve o da bana bakıp destek olurdu oturduğu yerden. İyi hissettirdiğini inkar etmeye de gerek yoktu.Şimdi ise gitmişti.
Ve benim fark ettiğim şey; hep ayrı yollarda yürümüş olmamızdı.
Detone olmadan söylemeyi becerebilmenin verdiği mutlulukla sahneden iniyor olabilirdim ancak adımlarımı bile stabil tutamıyordum. Yan tarafımda duran demire tutunarak nefeslenmeye çalışırken çalışan su pipetini ağzıma götürerek yardımcı oldu.
Dinlenmem için ayrılan kısımda soluklanırken terimi sildim, saçlarımı düzelttim ve törene geri dönmek amacıyla odadan çıktım. Arkamdaki çalışan adımı seslendiğinde ona döndüm. "Telefonunuz çalıyor," dediğinde ondan kibarca almıştım telefonumu.
Arayan annem olduğu için sesini duymanın iyi gelebileceğini düşünmüştüm. Sonuç olarak bunu yapmama izin vardı. Şirketimi seviyordum.
Koridorda biraz ilerlediğim sırada telefon susmuştu. Sağ tarafa dönerek duvarın dibinde durdum. Hızla son kayıtlarda duran annemin adına tıklayacağım sırada arkamda bir nefes hissettim.
Kaşlarımı çatarak fevri bir şekilde arkama döndüğümde yüzüne çarpmamam adına geriye çekildi bir adım. Yutkundum. Bana bakmadı ama gariptir ki ben ona bakmaktan çekinmedim.
Eğik kafasına son bir bakış attıktan sonra gitmeye yeltendim ancak kolumu kavrayan soğuk eli buna engel oldu. Titredim, o kadar nefret ettim ki kendimden..
"Dokunma bana!" diye bağırdım kendim bile beklemediğim gür bir sesle. Göğsüm şiddetle inip kalkıyordu. Sadece dokunmuştu ve ben bu denli iğrenç hissetmiştim.
"Rosie.." Uzun süredir duymadığım sesi ellerimin daha şiddetli titremesine sebep oldu.
"Bir daha sakın," dedim üzerine iki adım atarak. "Sakın adımı ağzına alma." Sert sesim ikimizin arasına bıçak gibi saplandı.
"Lütfen izin ver-"
"Sus!" Boğazımı zorlayacak kadar bağırmıştım. "Sus konuşma yeter!" Sesim koridorda yankı yapıyordu ama umursamadım. Gözlerim dolmuştu, ellerim deli gibi titriyordu ve o bana öylece bakıyordu.
Ağzını araladı fakat elimi kaldırarak susturdum onu.
Gözümden bir yaş süzüldü, çeneme kadar yol aldı. "Senden iğreniyorum Jungkook." Ağzımdan çıkan son cümle bu oldu. O dakikadan sonra ne ben onu görebildim, ne de o beni.
•
ŞİMDİ OKUDUĞUN
gone
Fanfictionseni ilk gördüğümde düşündüm, ne tuhaf bir yabancı. şimdi yeniden yabancılarız, bu sefer anılarla birlikte. rosékook. ✓