Jeon Jungkook
Hiçbir zaman günahsız biri gibi yaşayamadım. Hiçbir zaman bencil olmaktan kendimi alıkoyamadım. Hiçbir zaman, gerçekten hiçbir zaman; ben, ben olamadım.
Çok güzeldin Chae. O kadar güzeldin ki senin fotoğraflarına bakıp uyuyordum her akşam. O zamanlar deliriyor muydum emin değildim fakat seni görmeden yaşayabileceğimi düşünmüyordum. Senin ise benim varlığımdan haberin yoktu. Çevrene gülümserken seni izliyordum ancak beni fark etmiyordun.
Provadan çıkmıştık yine. Ayaklarım kopacak gibi hissediyordum ve diğer tüm üyelerin böyle olduğunun farkındaydım. Çok çalışıyorduk, fanlarımızı çok seviyorduk fakat yıpranıyorduk. Şirket binasından çıkarken saat gece yarısına ulaşmak üzereydi.
Hiç unutmam, Yoongi hyung bana doğru gelip çantasını prova yaptığımız odanın yanındaki odaya bıraktığını söylemişti. İstemeyerekte olsa binaya geri yönelirken Hoseok hyung da kendikini istemişti. Oflaya puflaya üst kata kadar çıktığımda hiç düşünmeden odaya dalmıştım.
Ve bana baktın Rosie.
Bana öyle bir baktın ki sanki tüm dünyalar benim oldu. Yüzünde tatlı bir şaşkınlık, yanaklarında utanmışlığın verdiği kırmızılık vardı. Nefesim kesildi çünkü bu çok ani gelişmişti. Seninle göz göze gelebilmiştim çünkü. Tam karşımda duruyordun ve ben senin yanaklarını sıkmamak için kendimle savaşa girmiştim.
Dudaklarımdan sadece, "Sen burada mıydın?" döküldüğünde apar topar özür dileyip odadan çıkmıştın. Arkandan güldüm çünkü telaşın çok sevimliydi. Peşinden gelerek kolunu tuttuğumda gözlerin sen fark etmesen bile büyüdü.
Seni o an öpmek istedim ancak bu çok kısa zamanlı bir fikirdi çünkü sapık veya tacizci damgası yemem çokta uzun sürmezdi.
Tekrardan odaya girdiğimizde kedi yavrusu gibi kenara çekilmiştin. Önce Yoongi hyung'a ait olan çantayı aldım. Gözlerim kısaca etrafta dolaştığında arkandaki dolabı fark ettim. Hoseok hyung çantasını hep oraya koyardı. Sana doğru ilerledim ve arkandaki dolaptan çantayı aldım.
Kokun burnuma ulaşmıştı ve delirebileceğimi hissettim. Kokun beni delirtebilirdi.
O an ne olduğunu anlayamadım ama beni kolumdan tuttuğun gibi dolabın içine yolladın. Gözlerim şaşkınlıkla büyüdüğünde çarptığım sırtımı tutarak doğruldum daracık yerde. Kapıyı ittirmek istedim ama önündeydin ve buna engel oluyordun. Geçen birkaç saniye içinde başka bir erkek sesi duyduğumda neden korktuğunu anlayabilmiştim.
Oradan çıktığımda ise daha fazla benimle konuşmadan çıkmamı beklemiştin. İçten içe bunu istemesem dahi odadan çıktım. Derin ve sık nefeslerim ise oradan çıkınca başladı. Ellerim hafiften titriyordu. Kalbim göğüs kafesimi delebilirdi. Bu kadar heyecan yapıyordum çünkü ilk konuşmamızın böyle olmasını kesinlikle beklemiyordum. O an kendime bir söz verdim, bundan sonra korkak olmayacaktım. Sana karşı hep bir adım önde olacaktım.
Kalbimin ritimleri zaman zaman düzensizleşse bile.
Gerçi düşünüyorum da seninleyken kalbimin ritimleri hep düzensizceydi. Sana ilk defa dokunduğumda, sana dans konusunda yardımcı olduğumda, sana ilk kez sarıldığımda, seninle birlikte ağladığımda, seninle şarkı yazarken, sana çıkma teklifi ederken, seni öperken..
Başlarda her ne kadar korksan dahi kendimi sana alıştırmam pekte zor olmamıştı. 1 yıl boyunca birlikte güldük, birlikte ağladık. Senin için de öyle mi emin değilim ama benim için hayatımın en özel ve en güzel yılı.
Fotoğrafımızın çekildiğini düşündüğümüz gecenin sabahı, her şey o zaman başladı. Stüdyoya yeni şarkımız için çalışmaya giderken ceo'nun beni çağırdığı haberi ulaştı kulaklarıma. İçimden sadece ufacık bir ihtimal veriyordum fakat kendimi kandırdığımın farkındaydım. İkimiz de farkındaydık ki, o gece o terasta yalnız değildik.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
gone
Fanfictionseni ilk gördüğümde düşündüm, ne tuhaf bir yabancı. şimdi yeniden yabancılarız, bu sefer anılarla birlikte. rosékook. ✓