Telefonumun zil sesi arabada yankılandı. Telefonu çıkarttım, arayan tabii ki Aslıydı. Büyük ihtimalle beni merak etmişlerdi.
''Efendim?''
''Duru, haber vermeyince merak ettim. Bir sıkıntı yok değil mi?''
''Hayır hayır, hiç bir sorun yok. Konuşuyoruz, vakit geçiriyoruz. Ben geç gelirim, siz beni merak etmeyin.''
''Tamam canım, bir şey olursa ara.''
''Tamam.'' Telefonu kapatıp çantama geri koydum. Aslı sağ olsun, annemin yokluğunu aratmıyordu.
Arabadaki aynadan kendime baktım, rujumu ve saçlarımı düzelttim.
Dolunay elinde poşetlerle geldi, hızlıca arabaya bindi.
Elleriyle kollarını sıvazlarken kendi kendine söylendi. ''Buz gibi hava, dondum iki dakika.''
''Kıyamam sana. Montun ıslanmış onu çıkart daha çabuk ısınırsın.''
Dolunay üzerindeki montu çıkartırken anında neşesi yerine gelmişti.
''Kıyamazmışta banaa!''
Montunu çıkartınca elbisesiyle kalmıştı. Bembeyaz bacaklarına gözüm kaysa da kendimi toparladım. Şalı alıp omuzlarına sardım.
''Sen kendine kıyıyorsun ama, bu havada bu elbise giyilir mi?''
Dolunay sırıttı. ''Seninki giyilir sanki.''
Omuzlarımı silkip önüme döndüm. Haklıydı. Benimki de giyilmezdi ama onunki hiç giyilmezdi.
Tekrardan arabayı sürmeye başlamıştı. Ben de tekrardan aynı pozisyonu alıp onu izlemeye başladım.
Fakat bu sefer bunu yapmakta çok zorlanıyordum. Çünkü gözlerim ya bacaklarına ya da göğüslerine kayıyordu.
''Manzara yerine beni mi izlemeyi seçiyorsun?''
Dolunayın söyledikleriyle, anında utanmaya başlamıştım.
''Hayır, ne alakası var? Mazaraya daha gelmedik ayrıca.''
Dolunay gülerek yolu gösterdi. Ağaçların arasında, tepeye çıkmakta olduğumuzu fark ettim. Sağ tarafta deniz gözüküyordu.
''Tabi canım, ne alakası var?'' Kendi kendine sırıtarak mırıldanmasına gözlerimi devirerek karşılık verdim.
Sonunda tepeye çıktık. Önümüzde kocaman deniz bizi karşılarken, arabayı park etti.
Yağmur damlaları hızlıca yere iniyordu. Deniz hırçınlaşmıştı, hem denizin hem yağmurun sesi bu ıssız ormanda kulaklarımıza doluyordu.
Dolunay poşetlerin içerisinden kahveleri çıkartıp arabaya koydu. Daha sonra aldığı kurabiyeleri çıkarttı .
Kahvesinden bir yudum alıp gözlerini kapattı, kafasını koltuğa yaslayıp bana döndü.
"Aylardır bunu yapmıyordum biliyor musun? Aylardır kendime vakit ayırmıyordum. Sahile bile inmiyordum."
Kim kendine böyle bir işkence yapardı ki?
"Neden?"
"Bilmem. Sağa sola koşturmaktan iyice kendimi unutmuşum. Eskiden kafam ne zaman dolu olsa deniz kenarında bir kahve içerdim. Yürürdüm, müzik dinlerdim. Son zamanlarda ise, bir an önce gün bitsin diye kendimi odaya kapatıp uyurken buluyorum. Ya da sorunlardan kaçmak için, sarhoş olmaya çalışırken."
"Bu boktan hayatın içerisinde kendimize bile vakit ayıramamız ne kadar komik değil mi?"
Sorduğum soruyla gülümsedi. Bu gülümseme daha çok acısını bastırmak ister gibiydi. Alaycı veya gerçekci değil.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SÖZ (GirlxGirl)
RomanceSiyaha büründüm tamamen ve korkusuzluğa ulaştım. Renkli bir gökyüzüne, parıldayan yıldızlara ve mavili denizlere uzaktım artık. Renklerimi yitirmiştim. Siyahta bulmuştum umudu, çareyi, gücü, kudreti ve yüceliği. Hızlı atan kalbim buraya ait olduğumu...