Bölüm Dokuz

4.2K 426 67
                                    

'Al ruhum senin olsun, istediğim tek şey senken ruhumun ne önemi var'

***

Daisy

Kia saatlerce odada benimle kaldı.

Aslında gitmesi ve artık her ne yapması gerekiyorsa onunla uğraşması için onu serbest bırakmam gerekirdi ama yapamadım. Kaçmak için çırpınan canavarın korkuları zihnimde dönüp dururken olmazdı. Yalnız kalmaktan korktuğumu itiraf etmekten utanıyordum ama sonuç buydu. Korkularımı baskılayan, panik atak geçirmek üzereyken beni sakinleştiren o garip his saatler boyunca geri gelmemişti. Dehşet içindeydim ve çaresizce o hissin geri gelmesini istemiştim.

Vernon'u da istiyordum, yanımda olmasına ihtiyacım vardı. Bu ihtiyaç öyle derindi ki dışarı çıkıp onu köşe bucak aramamak için kendimi zor tutmuştum. Tüm gece böyle geçti ve düşüncelerim beni boğdu. Sonunda korkularımı dizginleyen garip his geri geldiğinde ki artık emindim bunu Vernon yapıyordu, Kia'yı gönderdim ve yatakta tek başıma saatlerce uzandım. Uyku beni bir süre içine çekti ama rüyalarım bile ayin sırasında gördüklerimden etkilendi. Korkunç canavarlar bu sefer bana saldırıyor, bedenimi paramparça ediyordu.

Uyandım ve bir daha uyumamak için sabaha kadar yatakta oturdum. Sonunda kapkaranlık gece griye döndü ve etraf az da olsa aydınlandı. Sıkıntıyla nefes alıp verdim, burada güneş yoktu. Gündüzler, sanki akşamüstü etrafa saçılan son ışık kırıntılarına benziyordu. Gece daha kötüydü, etraf tamamen karanlığa bürünüyor, bir adım ileride ne olduğunu bile görmemizi engelliyordu. Dün gece pencereden dışarı baktığım zaman fark etmiştim bunu. Sanki karanlık bir çukura hapsolmuş gibiydik ve tek korunağımız bu saraydı.

Düşüncelerim Azap çukuruna kaydı. Vernon çok fazla bir şey anlatmamıştı, daha doğrusu buna pek vakti de olmamıştı ama anlattıkları bile o yerin ne denli korkunç olduğunu gösteriyordu. Özellikle canavarları gördükten sonra... Hepsi önceden insandı, sonra Azap kraliçesi onları canavara çevirmişti. Bu caniceydi, böyle bir şeyi yapabilmek için bir kalbin katranla kaplı olması gerekiyordu.

Kraliçe zalim biriydi.

Ayağa kalkıp yumuşak, küçük taşlarla süslü terlikleri ayağıma geçirip yatağın hemen solunda yer alan ve sol duvarı tamamen kaplayan pencerelere doğru yürüdüm. Ardından yarısı açık kalın ağır perdeyi kenara doğru çekip ortaya çıkan ahşap balkon kapıyı yavaşça açtım ve geldiğim günden beri ilk kez büyük mermer terasa adımımı attım.

Dondurucu, sert bir rüzgar şiddetle bedenime çarptı ve titrememe neden oldu. Yine de bu umurumda değildi, yavaş adımlarla ilerledim ve hemen karşımda yer alan bazıları yıkılmış, bazıları ise zar zor ayakta duran eski evlere bakmaya başladım. Yan yana belli bir düzen içinde sıralanmış yapılar beni nefessiz bıraktı. En çok neyin beni şaşkına çevirdiğinden emin olamadım, bu âlemde tıpkı dünyadaki gibi evlerin olması mı yoksa savaştan yeni çıkmış gibi yer yer yıkılmış beton görüntüsü mü? Sanırım her ikisi de .

Küçük bir şehri andıran alan uzaktaydı ama evler arasında bazı figürlerin hareket ettiğini görebiliyordum. Sertçe yutkundum, onlar Fısıldayan olmalıydı. Bir kez daha korkularımı dizginleyen şeyin geri geldiğine minnettar oldum. Tanrım, onlar ölüydü.

Hayır, Daisy bunu düşünme!

Düşüncelerimi gittiği yerden uzaklaştırmak için gözlerimi yürüyen figürlerden çektim ve şehrin hemen arkasında siyah ağaçların kapladığı uçsuz bucaksız dağlara odaklandım. Dağların keskin uçları gri bulutların arasına karışırken, geniş heybetli etekleri şehre kadar uzanıyordu. Biçimsiz ürkütücü ağaçlar ise dağlardan başlayıp şehrin biraz dışına kadar ilerliyor, ardından bir çember gibi şehri dört yanından sarıyordu. Sarayın etrafında da uçsuz bucaksız gibi gözüken yüzlerce ağaç vardı ve tıpkı şehir gibi buradaki ağaçlar da sarayın etrafını sarmıştı.

Fısıltı Lordu ve Onun Küçük Kurtarıcısı ( -TAMAMLANDI- ) Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin