Bölüm Sekiz

3.9K 430 79
                                    

'Kalbim tamamıyla sana ait... İşte bu yüzden her defasında sana koşuyorum'

***

Daisy

Hayır, kesinlikle yanlış duymamıştım.

Vernon elimi tutup beni yemek odasından çıkardığından beri hiç durmamıştık. Bir yanımda Oleg, diğer yanımda Vernon vardı ve ikisi de konuşmuyordu. O kadar hızlı ilerliyorduk ki onlara yetişmek için koşar adım yürümek zorunda kalıyordum. Bu önemli değildi, asıl sorun gittiğimiz yerdi. Âleme giren canavarları yok etmek için Fısıltı tapınağındaki ayin alanına gitmemiz ve ayin yapmamız gerekiyor demişti Vernon.

Canavarlar...

Aklım karışmıştı ama her ikisi de sorularımı görmezden geliyor, isyanımı umursamıyordu. İlerlerken dehşet tüm bedenimi öyle bir sarmıştı ki kendime engel olamayıp bir korkak gibi canavarları görmek istemediğimi itiraf etmiştim. Vernon buna mecbur olduğumu, onları görmem gerektiğini söylemişti. Korkumun beni etkilemesine izin verdiğim için bir an utandım, çünkü gitmek istemediğimi söylediğim an onun yüzünde gördüğüm hayal kırıklığı kalbimi kırmıştı. Ayrıca yanımızda Oleg de vardı ve yüzü her ne kadar sabit olsa da onun da sözlerimden hoşlanmadığından emindim. Bu yüzden korkaklığı bırakıp konuşmayı kestim ve onlara ayak uydurdum. Yine de içim içimi yiyor, korku bir girdap gibi beni içine çekiyordu.

Buraya geldiğimden beri ilk kez bu denli dehşet içindeydim.

Gözlerimi birleşmiş ellerimize diktim. Başka bir gün bu beni heyecanlandırırdı bundan eminim ama şuan hissettiğim tek şey korkuydu. Ayrıca Vernon'un kaskatı vücudu ve sert yüzü gittiğimiz yerde göreceklerimden hoşlanmayacağımı söylüyordu.

Yer bir kez daha ayaklarımın altında çatırdadı ve korkuyla iç çekmeme neden oldu. Yine de asla durmadık, yola devam ettik. Yemek odasından çıktığımız zaman sallantılar durmuştu ama saray hala ara sıra titriyor, tavanda asılı duan avizelerin sallanmasına neden oluyordu. Onlar sallandıkça üzerindeki mumlar da titreşiyor, çatlak duvarlarda garip dalgalar oluşturuyordu.

Yemek odasından çıktığımızdan beri ilk kez başka bir koridora döndük ve düz devam ettik. Kısa süre sonra büyük bir ahşap kapıdan geçip başka bir koridora adım attık ama bu koridorda büyük avizeler yoktu. Yolumuzu aydınlatan tek şey belirli aralıklarla duvarlara yerleştirilmiş, beyaz bir ışık yayan meşalelerdi ve en şaşırtıcı olan şey de duvarlardı. Buradaki duvarlar tamamen beyaz mermerden oluşuyordu ve sarayın geri kalanının aksine duvarlarda hiç çatlaklar oluşmamıştır.

Sanki yeni gibiydiler.

Yürüdüğümüz koridorda pencere ya da içeriye ışık girmesini sağlayabilecek hiçbir şey yoktu ama yüzüme hafif bir rüzgâr vuruyor, sanki açık bir alanda yürüyormuşum gibi hissetmemi sağlıyordu.

Vernon daha hızlı yürümeye başladı ve kısa süre sonra önümüze geniş kemerli bir geçit çıktı, geçide ilerledikçe kalbim daha da hızlanmaya, nefesim kesilmeye başladı. Çıkış noktasına ulaşınca yerimde bir an donup kaldım.

Vay!

Burası, muhteşemdi ve bembeyaz...

O kadar beyazdı ki alışabilmek için birkaç saniyeliğine gözlerimi kapatmak zorunda kaldım. Açtığımda etrafımda ne var ne yok hepsini görmeye çalıştım.

Kemerli geçidin hemen ardında yüksek tavanlı, tamamen beyaz mermerlerle döşenmiş devasa bir alan vardı. Alan yuvarlaktı ve tavandan aşağıya doğru mermer avizeler sarkıyordu. O avizelerde de mumlar vardı ama yanan her neyse rengi kırmızı olmak yerine tıpkı koridordaki gibi beyazdı. Gözlerim alanın ortasına odaklanınca şaşkınlığım daha da çok arttı. Geldiğim an fark etmemiştim ama alanın hemen ortasına iç içe geçmiş iki çember çizilmişti ve dıştaki ve en büyük çemberin etrafında siyah cübbeler giymiş bir düzine insan vardı.

Fısıltı Lordu ve Onun Küçük Kurtarıcısı ( -TAMAMLANDI- ) Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin