Bölüm Otuz Altı

1.6K 260 79
                                    

'Işık bir kasırga gibi karanlığı sardı, sonra onu yarıp geçti ve geriye hiçbir şey bırakmadı...'

***

Daisy

Hafif bir rüzgar esti, etrafımdaki çiçeklerin tatlı kokusu burun deliklerimi doldurdu. Maur'un tahtına doğru yürürken derin, cesaret verici bir nefes çektim içime. Yürürken çevremin daha da farkına varıyordum. Canavarların hiçbiri çimenlerden oluşan çemberin içine girmemişti. Maur'un emrini mi bekliyorlardı yoksa onları engelleyen bir şey mi vardı?

Bakışlarım tahtından kalkıp beni sinsi gözlerle izleyen Maur'a çevrildi. Üzerinde etekleri yere kadar uzanan simsiyah bir elbise vardı. Rüzgar elbisesini ve açık bıraktığı kızıl saçlarını sağa sola doğru savuruyor, yeşil bakışlarındaki saf hırsla birlikte bu görüntüsü onu kötü bir tanrıçaya benzetmeme neden oluyordu.

Bakışlarım bu sefer homurdanan, garip sesler çıkaran ya da pençelerini yeşilliğin dışındaki katranlı toprağa saplayıp kısa kükreyişler savuran canavarlara döndü. Her biri iç içe durmuş, öldürücü ve aç bakışlarını bana dikmişti. İlerlerken onları incelemekten kendimi alamadım. Kimisi kırmızı pullu derili, kimisi gri, kimisi de simsiyahtı. Bazılarının bir pençesi devasaydı, bazıları cılız bir vücuda sahipti, bazılarının gözleri oyulmuş, simsiyah katran yanaklarından aşağıya akıyordu. Bazılarında korkunç yaralar vardı ve katran yaralarından damlıyor, tüm bedenini kaplıyordu.

Bedenlerindeki bu farklılıklar bana insanları deliliğe sürükleyen her bir canavarın burada olduğunu gösteriyordu. Hüzün, Umutsuzluk, Sevgisizlik, Korku, Yalnızlık, Öfke, Keder... Adımlarım yavaşlarken sertçe yutkundum. Tanrım, sayıları o kadar fazlaydı ki, Azaptaki tüm canavarlar sanki buradaydı. Onlarca Hüzün gördüm, onlarca Korku canavarıyla gözlerim karşılaştı. En kötüsü de etrafım sarılmıştı, kaçabileceğim hiçbir yer yoktu. Onları nasıl yenecektim?

Canavarların ardındaki kuru, katranlı alanlara baktım ve başka bir geçidin işaretlerini aradım ama gördüğüm tek şey arka arkaya sıralanmış canavar deniziydi. Ruhlar nerede saklanıyordu? Onlara nasıl ulaşmalıydım? Üzerinde yürüdüğüm çimenlerin ruhlarla bir bağlantısı var mıydı?

Çemberin kenarına yaklaştıkça kalbimde garip bir baskı oluşmaya başladı ve her adım atışımda bu baskı daha da çoğaldı. Sonunda baskının canavarlardan geldiğini anlayıp bir anda yerimde durdum. Onlara doğru yürüdükçe hisleri beni etkiliyordu, bu bilgi beni şaşırttı. Çemberin ortası beni koruyor muydu? Çünkü tam ortadayken baskı yoktu. Belki de bu kadar çok canavarı bir arada görmek kendime olan güveni sarsmış, korkularımı ortaya çıkarmış ve beni savunmasız bırakmıştı. Savunmasızlık canavarların içeri girmesini sağlardı.

'' Daisy.''

Bakışlarım yüzünde garip bir gülümseme olan Maur'a göndü. '' Neden buraya gelmiyorsun?''

Sorusuyla birlikte bir adım geri gittim. Bunu gördüğünde yüzündeki ifade daha da alevlendi, kahkahası etrafa yayıldı ve canavarların kısa kükreyişlerinin arasına karıştı. Bu bir adım daha geri gitmeme neden olurken sağ avucumu dikkatli bir şekilde aşağıya çevirdim ve ani bir saldırı karşısında temkinli olmaya çalıştım.

''Bu kadar çok korkuyorsan, her zaman burayı terk edebilirsin Daisy,'' dedi Maur tahtının kısa merdivenlerini geri çıkıp yavaşça otururken.

Ayinden çıkmamı teklif ediyordu.

Çok beklerdi.

''Bunu yapamayacağımı biliyorsun, onları almadan olmaz.''

Maur kollarını gelişigüzel tahtının iki yanına koyarken sözlerimden sonra kaşlarını kaldırdı.

Fısıltı Lordu ve Onun Küçük Kurtarıcısı ( -TAMAMLANDI- ) Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin