"Yoksun yanımda, ister yanımda ol ister uzaklarda."
An itibarı ile 3/4 diyebilir miyiz? Bence kesinlikle diyebiliriz! Büyük sezon finaline son 25 bölüm kaldı. Herkes benim gibi heyecanlı mı?
Uzun zamandır sormuyordum. Nasılsınız? Hayatınızda her şey yolunda mı?
Medya: Nacizane karakterlerimiz (Favoriniz hangisi?)
Oy vermeyi ve satırlar arası yorum yapmayı unutmayın please.
Keyifli okumalar dilerim...♡
-----------------------------------------------------------------------------------
"Babacığım hayır, onlar oyuncak değil. Bırakır mısın lütfen?"
"Oynamak istiyorum!"
"Teknik olarak evet, onlar oyuncak."
"Kapa çeneni Mehmet." Elimdeki cips kaselerini oturma odasının arkasındaki masaya bıraktıktan sonra son anda kulağıma ilişen muhabbeti anlamaya çalıştım. Eftelya masadaki oyun kartlarını merak ettiği için kurcalamaya çalışıyordu fakat Toprak buna izin vermiyordu. Elbette ki bu esnada daima beni ve kızımı koruyup kollayan isim Mehmet'ten başkası değildi. Bunun için ona minnettardım. Dört yılı geride bırakmıştık ve o hep benim yanımda destekçim olmuştu. Kurtulabilmem için pek bir çaba göstermemişti lakin onu anlayabiliyordum. Toprak'ı benim için karşısına almak mantıklı olmazdı.
"Bunu gerçekten yapmak zorunda mıyız?" Alparslan ağabey kendini tekli koltuğa bıraktıktan sonra yayılarak oturdu. Oturmadan önce avucunun içine sıkıştırdığı çubuk krakerleri yiyordu. Üzerinde siyah bir kısa kollu tişört, altında da üzerine bir tık bol gelen gri bir eşofman vardı. Gözlerim istemsizce özel gölgesine kayıyordu. Fakat bu ona özel bir şey değildi. Bence zaten hepimiz gri eşofman giyen erkeklere bakıyorduk. Bu yazılı olmayan bir kuraldı.
"Bende yapılmaması taraftarıyım." dedi Toprak. Yapılmasın istiyordu fakat oyun kartlarını masaya dizen kişi de kendisiydi. Zaten bu adam oldum olası güzel olan ne varsa ona karşıydı. Mehmet, Selim ve Zümra olmasaydı bu grup gerçekten çekilecek çile değildi. Onların ısrarı üzerine az sonra Monopoly oynayacaktık.
En son Toprak ile yağmur altında oturmamızın üzerinden iki gün geçmişti. Bu iki gün içerisinde aramızda oldukça az konuşma geçmişti. Toprak konuşmam için beni zorlasa da içimden gelmiyordu. Onunla konuşmaya dahi tahammülüm yoktu.
Buraya neden geldiğimizi sorduğumda işi ile ilgili bir sorun olduğunu ve bu evin daha güvenli olduğunu söylemişti. İstanbul'da olup olmadığımızı dahi bilemiyordum. Allah'ın bile unuttuğu ıssız bir ormanın ortasındaydık. Şu anlık sadece bir ay kalacağımızı söylemişti. Onun a kesinliği yoktu.
"Caz yapmayın." Selim elindeki içki bardağını masaya bırakarak sandalyesini çekip oturdu. Toprak'ın anında kaşları çatılmıştı.
"Selim?"
"Efendim?"
"Sen az önce benim kızımın önüne içki bardağı mı bıraktın yoksa bana mı öyle geliyor?"
"Sana öyle gelmiyor, içki bardağımı bıraktım. Çünkü burası bir masa."
"Ulan kaldır şunu kıracağım şimdi bir yerlerini! Küçücük çocuğun önüne içki bardağı mı bırakılır dingil!?"
"İçmesin ağabey? Her önüne bırakılanı yeyip içecek diye bir şey yok. Azıcık iradesine sahip çıksın."
"Allah'ım sen sabır var sikicem belasını." Toprak gülümseyerek söylemişti bunu. Lakin bu kesinlikle komik olduğu için güldüğü anlamına gelmiyordu. Sinirlenecekti. Olaya el atmam gerektiğine karar vererek bardağı alıp mutfak tezgahının üzerine bıraktım. Zümra mutfakta Ömer ile hararetli şekilde bir şey konuşuyordu. Onları daha fazla rahatsız etmemek adına hızla uzaklaştım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BERCESTE'NİN VAVEYLA'SI
ChickLit《Sevda kuşun kanadında, ürkütürsen tutamazsın.》 "Ve sen Berceste'm, ya bu fırtınada batıp kaybolacaksın ya da limanına sığınacaksın." "Sen benim limanım değilsin! Yeter artık kes zırvalamayı! Lütfen gitmeme izin ver, izin ver ki kendi fırtınamda kay...