• 28.Bölüm •

4.8K 138 162
                                    

PÂYİDAR-I DİVANE kitabımda bölümleri neden geç yazdığımı anlattım. Burada da özetlemek gerekirse bu yıl üniversite sınavım var ve çok yoğun çalışıyorum. Bu süre zarfı içerisinde de olabildiğince yazmaya çalışıyorum.

Sabırla beklediğiniz için ve destekleriniz için çok teşekkür ederim.

Eğer bölümü beğenirseniz oy vermeyi ve satırlar arası yorum yapmayı unutmayın plase.

Media: Selim Taşkıner -Yeni karakterimize bir hoş geldin alırım.- :D

Keyifli okumalar dilerim...♡

-----------------------------------------------------------------------------------

"Peygamber efendimizin çok güzel bir sözü vardır. 'Canı yanan sabretsin. Can yakan, canının yanacağı günü beklesin.' Bilir misin bu sözü?" dedim kendimce havalı olduğunu düşündüğüm bir ses ile.

"O zaman sabırla canının yanacağı günü bekle sevdiğim." Al işte! En basit cümleyi bile yanlış anlayabiliyordu. Boşuna deniyordum bu adam her şeyi kendine göre yorumluyor diye.

"N-ne!? Hayır, Toprak ben onu kastetmedim! Sen beni yanlış anladın. Söylemeye çalıştığım-"

"Kendi ağzınla söylüyorsun, can yakan canının yanacağı günü beklesin, diye. Sen benim canımı çok yakıyorsun. Allah affetsin."

Göğsüne bastırdığı kafamı hızla kaldırarak yüzüne baktım. Tam gözlerinin içine. Gözleri çok güzeldi. Benimle alay ediyor olabilir miydi? Daha kendi canımın derdine düşmüşken ben onun canını nasıl yakabilirdim ki? Yaşadıklarımızı göz önünde bulundurduğumuz zaman benim şu an acıdan ve kederden ölmüş olmam gerekiyordu. Lâkin ben ne yapıyordum? Beni kaçıran adamın kucağında oturmuş salıncakta sallanıyordum. Ben de az geri zekalı sayılmazdım hani. Galiba bünyem alışmaya başlıyordu ve bu hiç iyi değildi. Bağışıklık kazanıyordum katilime.

"Bana yaşattıklarını göz önünde bulundurursak ben mi senin canını yakıyorum?"

"Farkında olmadan da olsa, evet."

"Ne demek istiyorsun?"

"Acı sadece fiziksel bir etki değildir küçüğüm. Gözlerini benden kaçırdığında canım yanıyor. Öpüşüme karşılık vermediğinde, gece uyurken bana sırtını döndüğünde, elini tuttuğumda geri çekmeye çalışırken, soru sorduğumda bana cevap vermediğinde ve en önemlisi beni sevmediğini dile getirdiğinde canım çok yanıyor."

Dilim adeta lal olmuştu. Ben bunları farkında olmadan yapmıyordum ki. Aleni yapıyordum! Benim hareketlerimi kendi istediği gibi yorumlaması sinirlerimi bozarken hala suratına boş boş bakmaya devam ediyordum. Başka ne diyebilirdim ki?

"Devam etmemi ister misin? Zira sabaha kadar sayabilirim." dedi acı ile. Bunu söylerken ilk kez sesinin titrediğine şahit olmuştum. Garip bir histi. Elini saçlarımın arasına daldırarak kafamı yeniden göğsüne yaslamıştı. Açıkçası ben de itiraz etmemiştim. Toprak'ı günahım kadar sevmiyordum fakat kokusu... Kokusu tüm sevaplara bedeldi. Dürüst olmak gerekirse Yusuf'un kokusundan daha güzeldi bu adamın kokusu. Böyle düşündüğüm için vicdan azabı da çekmiyor değildim. Yanlış mı düşünüyordum? Bır şeyler paylaşacak kimsem yoktu. Bu adamla kala kala ben de deli olmuştum. Kendi kendime konuşuyordum.

BERCESTE'NİN VAVEYLA'SIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin