1. Bölüm

4.2K 219 16
                                    

Elindeki fotoğrafa Çılgın Bediş'in Banu'sunu andıran eblek bir ifadeyle bakarak iç geçirdi. Hala bu devirde kartpostal ya da basılı fotoğraflara bakan var mıydı acaba? Asu bakardı. O eski kafalıydı. Tıpkı evi gibi, mahallesi gibi, hayatı gibi her şeyi eskiydi. Telefonu da, kıyafetleri de, uğraşları da... Şimdi de oturmuş, doksanlı yıllarda ergenlerin yaptığı gibi sevdiği ünlünün gazetenin magazin ekindeki fotoğrafına bakıyordu. Şu an doksanlı yıllarda olmamaları ve Asu'nun da ergen olmaması dışında bir sorun yoktu.

Uraz Selim ne kadar da yakışıklıydı! Hep öyleydi ama! On sene evvel onu canlı canlı gördüğü ilk anı dün gibi hatırlıyordu Asu. Sadece on iki yaşında bir çocuktu onu gördüğünde ama tüm anıları o kadar net ve berraktı ki, asla unutmuyordu. Uraz o zamanlar yirmi iki-yirmi üç yaşlarındaydı. Henüz ünlü bile sayılmazdı. Sadece altı aylığına Asuların bu eski mahallesinde bir evde oturmuşlardı. Uraz'ın o zamanlar babası yeni vefat etmişti. Annesi de kardeşinin yanına gelmiş, onunla yaşamıştı bir müddet. Akabinde önce Uraz gitmişti mahalleden, sadece altı kısa aycıktan sonra; ardından da birkaç ay sonra annesi Emel Hanım ayrılmıştı.

Asu o kısacık altı ay içerisinde daha çocukken vurulmuştu Uraz'a. Henüz hiç tanınmayan, İstiklal'de bir iki barda sahne alan alelade bir şarkıcıydı. Yirmi üç yaşında ilk albümünü çıkardığında inanılmaz patlamıştı. Deyim yerindeyse tüm Türkiye'de Uraz'ın sesi ve müziğiyle yer yerinden oynamıştı. Bütün bir yıl boyunca radyolarda, televizyonlarda onun şarkıları çalmıştı. Albümleri deli gibi satmıştı. Yazın hangi kafenin, hangi restoranın önünden geçse onun sesini duymuştu Asu. Şimdi hala da öyleydi. Tabii müzik konusunda insanların kültürü çok değişmişti. Fakat Asu kendi işlerini takip etmediği kadar bir özenle, Uraz'ın şarkılarının dijital platformlarda falan ne kadar dinlendiğini, Youtube'da kliplerinin ne kadar izlendiğini takip ederdi. Uraz her zaman magazinsel anlamda da işiyle de gündemde kalmayı başarırdı.

"Asuuu! Kızım gel şu soğanları kavur! Hadi bir işe yara!" Annesinin kendisine seslenen cırtlak sesini duyduğu an yüzü asıldı. İki dakika hayallere dalmasına izin verilmiyordu şu evde. Sürekli bir işe çağırılıyordu. Asu camlar silinecek, Asu çarşaflar değişecek, Asu ütü yapılacak, Asu yemeğe bak, Asu poşetleri taşı... hep bir iş kilitleniyordu.

Çalışkan ve parlak bir evlat olamamıştı hiçbir zaman. Elinden gelen tek şey el sanatlarına dair bir şeylerle uğraşmaktı. En çok dikiş nakış işinden anlardı. Çizim ve tasarım yapmaktan da anlardı ama çocukluğundan beridir eli dikiş işlerine çok yatkındı. Normalde liseden sonra okumayacağına inanmıştı hep ama öğretmen olan babasıysa Asu'nun okumasını hep çok istemişti. Asu da klasik derslerle arası olmayan bir insan olup, ilgisi daha el işlerinde bir insan olunca; dört yıllık bir okul okuyamamış, Muğla'da Milas'ta iki yıllık Geleneksel El Sanatları bölümünde ön lisans yapmıştı. İki yıllık okulu, onun mükemmel bir öğrenci olmasını isteyen babasıyla, ev kızı olmasını ve bir an evvel evlenmesini isteyen annesinin ortak paydada buluşabilmesini sağlamıştı en azından. Asu da tabii el işleri en büyük ilgi alanı olduğu için bölümü çok severek okumuştu. İki yıl ailesinden oldukça uzak bir yerde yurtta kalarak okumuştu ama oralarda bile babasının gurur duyduğu örnek evlat olmayı başarmıştı.

Şimdi iki yıldan fazladır evde oturuyor olduğu için iyice annesi tarafından sömürülüyordu. Ve sabahtan akşama çalışacağı bir işe girmediği ya da evlenmediği müddetçe bunun git gide daha kötü bir hal alacağını biliyordu. Şu an için sadece evde işler yapıp, onları satması için cadde üzerindeki bir dükkana veriyordu. Kıyafetler ya da dekoratif ev eşyaları falan örüyor ve işliyordu. Dükkandan aldığı üç beş kuruş bir kazanç oluyordu ona. Öyle aman aman kazanmıyordu tabii ama akmasa da damlıyordu.

RESMEN AŞIĞIMHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin