Kıyıya vurup betona çarparak geri dönen dalgaların sesi, yukarıdaki martılarla etraftan geçip giden insan kalabalığının gürültüsüne karışırken duyduğu şeyle birlikte genç kızın kulakları istemsizce uğuldamaya başladı.Birileri kaşla göz arasında frekanslarla mı oynamıştı?
Az önce duyduğu, daha doğrusu şu anda karşısında dikilip çarpık bir sırıtmayla ona bakan mavi gözlerin sahibinin söyledikleri bir hayal ürünü olabilir miydi? Belki de bir başkası konuşmuştu da sesler karışmıştı, olamaz mıydı yani?
Saniyeler birbiri ardında geçip giderken onun bakışı ve duruşu değişmeyince gözlerini birkaç kez kırpıştırdı. Maalesef bu an dibine kadar gerçekti!
Gerçekti gerçek olmasına da.. Bu yalı kazığı boylu uyuz ona az önce gerçekten ismiyle mi hitap etmişti?"E-efendim?"
Sessiz geçen dakikaların ardından kendinde konuşacak gücü bulduğunda sesi, dik duruşuna nanik yapacak şekilde, aynı eski günlerdeki gibi titrerken keskin bir soluk verdi.
"Hoşgeldin dedim alt tarafı canım. Ama hangi adınla hitap etmemi tercih edeceğinden emin olamayınca ikisini birden kullanayım dedim."
Genç adam ise onun aksine, sanki 'marketten bir şişe mi su alayım yoksa iki şişe mi' gibi basit bir şey söylemiş gibi konuştuğunda kızın anlık şoku atlatan zihni açılırken sinirleri tepesine zıplamaya başladı.
Gözünün içine baka baka dalga mı geçiyordu bir de bu!?
Tepesinde kolbastı oynamaya başlayan sibirleri sağlıklı düşünmesini engelleyecek boyuta ulaşıp saçma bir tepki vermesine sebep olmadan önce göz ucuyla etrafı kontrol etti.
Neyse ki yakın çevrelerinde çok insan yoktu ve henüz kimse onları fark etmiş gibi durmuyordu.
"Yüz ifadendeki değişikliğe bakarsak jetonun düşmeye başladı."
Kız, kendini sakin tutmaya çalışırken sessiz kaçmayı tercih ettiği sırada genç adam normal duruşunun aksine muzip bir ifadeyle konuştu.
"Ama perdenin arkasına sakladığın huysuzluğunu birkaç dakika daha içeride tutmalısın Ada Coşkun. Çünkü konuşacağımız esas yer burası değil."
Genç kız, karşısında dikilen bu uyuzun söylediklerine bir anlam yüklemeye çalıştığı sırada bir anda bileğine dolanan elin gücüyle birlikte sürüklenmeye başladığında küfrü basan iç sesi sayesinde transtan çıkmış gibi irkildi.
Ne yapıyordu bu deli?
O, daha neler olduğunu anlayamadan; genç adam birkaç adım uzaklıktaki küçük bir tekneye adım atıp peşi sıra onu da bildirdiğinde bu defa küfür etmekle kalmayan iç sesi ona tiz bir çığlık attı.
"Ne yapıyorsun sen be? Delirdin mi oğlum?"
Söyleyecek onca şey varken yaşadığı anlık saçmalıkların etkisiyle, detone sayılabilecek bir sesle konuştu.
Aradan geçen zamanda iyice ruh hastası olmuştu da kız kaçırmaya mı karar vermişti bu ruh hastası?
Kafasında son hız dönüp duran soru işaretleri, birbiri ardında gelip zincirleme kaza yaptığında içinde bulundukları durumun saçmalığını idrak edip tekneden inmek için bileğini ondan kurtardı ancak geç kaldığını, teknenin motorunun sesi kulaklarına dolduğunda anladı.
Resmen bu uyuz tarafından katakulliye getirilmişti!
"Bana kızım deme diyen birinin oğlum diye seslenmesi ne kadar da ironik ama! Ayrıca rahat dur, paketteki tatlılarla kahveleri mahvedeceksin."
Kızın asabiyetinin aksine kendinden gayet emin ve halinden fazlasıyla rahat duran genç adam teknenin küçük koltuklarından birine oturdu.
"Ve, kuzenimin eski sevgilisinin en yakın arkadaşına bilinmeyen numaradan yazacak kadar delirmesem de benim de var kendime göre bazı çatlaklıklarım tabi."
Tekne, kendine göre bir hızlı ilerlemeyi sürdürürken kız ise bu sırada şaşkınlıktan baykuş gibi kalakalmış bir vaziyette gözlerini kırpıştırırken ayakta dikilmeye devam ediyordu.
Bir saniye bir saniye, bu tekne böyle nereye gidiyordu?
Kafasını hızla sağa sola çevirip etrafa baktı. Kıyıdan baya uzaklaşmışlardı ve tarihi yarım ada kısmını da geçiyorlardı.
"Ne bokuma bindirdin bizi buraya? Nereye götürüyor bu bizi?"
Sinirle solurken bakışlarını, eğlenerek onu izlemekte olan mavi gözlerin sahibine dikti. Ama bu herif içinde bulundukları durumdan alenen zevk alıyor gibiydi!
"Heybeliada'ya gidiyoruz canım. Aynı, yıllar önce dördümüz beraber gittiğimizdeki gibi."
Aldığı cevapla birlikte hafızası onu birkaç saniyeliğine geçmişin karanlıkta kalmış raflarına götürdü.
Zamanında, Buğra ve Haziran birlikteyken bir hafta sonu onlarla birlikte Adalar'a gitmişlerdi. O, Haziran'ın evden rahat çıkabilmesi için yanlarına eklenmişti; an itibariyle karşısında duran buz mavisi gözlü uyuz ise aslında onlarla birlikte gelecek olan Ulaş'ın son dakika ekmesiyle okeye dördüncü olarak eklenmişti.
"Koskoca metropolde görüşecek yer kalmadı mı sivri zekalı? Ne işimiz var orada?"
Anlık durumları gereği, onu ne zaman hatırladığını sormayı önceliğinden çıkartırken yeniden konuştu. Soracağı epey bir soru vardı ama şu an sırası değildi çünkü alacağı cevabın siniriyle bu uyuzu tekneden aşağı serin sulara sallandırabilirdi!
"Takdir edersin ki yanımda senin gibi bir deli varken birileri tarafından tanınıp magazincilerin etrafımızı sarması ihtimalini göze alamazdım Ada Coşkun. Eteğimizdeki taşları dökmemiz için de en mantıklı yer burasıydı."
Sorusuna verdiği cevap bile sinirlerini zıplamaya müsait konuma getirirken derin bir nefes aldı. Pamir Onuray, ezelden beri sinir sistemine zararlıydı!
Yok yok! Bu gün baya zor geçecekti, orası anlaşmıştı.
♣️♣️♣️
Bunları yazmak o kadar eğlenceli ki keyfini çıkarta çıkarta devam ediyorum vallahi🙈
Çünkü ikisi de biribirinden deli 😁Umarım bölümü sevmişsinizdir 🙃
Bir de, oy vermeden geçmezseniz çok seviniriiimm 🖤✨
ŞİMDİ OKUDUĞUN
LİLYA || texting
Teen FictionBilinmeyen: Pardon canım bir şey soracağım. Bilinmeyen: Ayıptır sorması biraz insafız mısın? Bilinmeyen: O nasıl bir fizik o nasıl bir endamdır? Bilinmeyen: Hatta bence Allahsızsın. Bilinmeyen: Sahnede kendini öyle bir kapatıyorsun ki şarkılara...