Zencefil, Krater'e sert bir bakış fırlatarak, "Fazla oldun artık! Seni saygısız çatlak cam. Dua et prensesimizin önündesin. Yoksa seni ilk haline, bir avuç kuma çevirirdim" dedi. Krater, Zencefil'e alaycı alaycı baktıktan sonra, "Neyse işimize bakalım majesteleri" dedi ve boncuk mavisi gözlerini kapadı. Bir iki saniye sonra, incecik ağzı büyümeye başladı. Hızla büyüdü büyüdü. Sonra bütün aynayı kapladı.Artık mavi gözleri yoktu.Yüzünde sadece kocaman bir ağız vardı. Ağız açıldı ve ağzın içinden üst tarafı straplez, gümüş ve yer yer altın işlemeli altın sarısı ve kabarık eteğinin her iki yanında yerlere kadar uzanan safran sarısı tüller ve belinde ince bir fiyonk olan harikulade bir elbise çıktı. Elbise döndü döndü karşımda durdu. Onun ardından uç kısımları açık altın renginde topukları ise gümüş tonunda bir çift ayakkabı çıktı. O da elbisenin önünde duruverdi. Ben, daha o ağızdan ne çıkacak diye merakla beklerken, derinlerden gelen parıltılar merakımı giderdi. Evet, bunlar takılardı. Evvela minik altın halkalarla birbirine bağlı olan kolye ucunda, yeşil bir zümrüt taşıyarak ışıldıya ışıldıya dışarı çıktı. Onu, minik zümrüt küpeler ve bir halkası zümrüt bir halkası altın olan zarif bir bileklik izledi. Takılar da dışarı çıkarak karşımda durdular. O sırada Krater'in koca ağzı, ufaldı ufaldı ve boncuk gözleri de kendini ortaya çıkardı. Krater, bir elbiselere bir de bana bakarak "giseavaf" diye bağırdı. O anda önümde duran altın işlemeli elbise, yürüye yürüye üzerime zıpladı. Beni sarmalayarak ayakkabıları da peşinden sürükledi. Takılar da bir yılan misali boynuma ve bileğime dolandılar.
Krater gözlerini kısarak bana baktı. "Harika oldunuz prensesim! Benim görevim burada bitmiştir, maalesef ellerim yok. Sizi saç yapımı için, bu çirkin kadının ellerine bırakmak zorundayım. İzninizle" dedi ve gözleri ile ağzı bir anda ortadan kayboldu. Zencefil bana baktı, "Evet prensesim, gerçekten çok güzel oldunuz. Ancak saçlarınız, onların da baloya hazırlanmaları gerekir. Bu konuda bana izin verin" dedi. Beni karşısına oturttu. Ellerini saçlarımda gezdirdi. Saçlarımın örgü bağını açtı. Karşımda büyük boy aynam duruyordu. Aynaya baktığımda Zencefil'in ellerinin o kadar hızlı hareket ettiğini gördüm ki, gözlerim bu hareketi takip etmekte güçlük çekiyordu. Sadece beş veya altı saniye sonra Zencefil, "Bitti prensesim, artık hazırsınız" dedi. Aynaya baktığımda saçlarımın harika bir şekilde topuz yapıldığını, zümrüt rengi gözlerimin hem üstüne, hem de altına siyah sürme çekildiğini, dudağıma şeftali bir ruj ve parlatıcı, göz kapaklarıma ise yavruağzı renkli bir far sürüldüğünü gördüm. Beş altı saniyede, üstelik de göz makyajının yapıldığını fark etmememe rağmen bu durumun nasıl gerçekleştiğini merak etmiş,ancak bunu da perilerin hünerli ellerine yormuştum. Karşımda duran boy aynasındaydım. Tüm görüntüsü ile Prenses Jale o kadar asil bakıyordu ki, bu güzelliğe ışıldayarak kaşlarıma dökülen perçemlerim, başımdaki topuzun yerini gösteriyordu bana. Boş duran o topuzun önünde biraz sonra kraliyet tacım olacaktı.
Merak ve tedirginlikle sarayın ışıltılı merdivenlerinden inmeye başladım. Kalbim yerinden çıkacak gibiydi. Aynada bıraktığım ben, çok güzel ve asil görünüyordum. Acaba şimdi nasıldım? Merakım; topuzumun altındaki kulaklarıma, oradan da yanaklarıma kadar inen bu saç demetinin nasıl gözüktüğü değildi. Sadece, daha on beş yaşındaydım ve ilk kez bir baloya gidecektim. Hem de bu balo, periler ülkesinin sihirli taç giyme töreni balosuydu. Israrla içinde bulunduğu heyecan sebebiyle, göğsümden çıkmak isteyen kalbimi, aldığım derin bir nefesle göğüs kafesime hapsettim. Merdivenlerin tıkırtısıyla yan tarafa doğru baktım. Baki orada idi. Şık, gri bir smokin giymişti. Smokinin arkasında upuzun bir kuyruk vardı. Altına da, nar çiçeği renginde bir ayakkabı giymişti. Sanki onu uydurmak istercesine papyonunu da o renk seçmişti. Ancak papyonu şaşırtacak kadar büyük ve komikti. Göz hizasına gelebilmemiz için diz çöktü. Diz çöktüğünde bile o bir emegen olduğu için, aynı boya gelemiyorduk. Tok ve kalın sesiyle, "Prensesim müsaadenizle size salona kadar eşlik edeyim" dedi. Gülümseyerek, "Tabi ki Baki, hadi gidelim" dedim. Yürüyerek, geniş kırmızı halılı parlak merdivenlerden inmeye başladık.
Merdivenlerin tam bitiminde karşıda, tüm ihtişamı ve ışıl ışıl hali ile balo salonu göründü. Ben biraz daha tedirgin salona doğru ilerlerken Baki ile göz göze geldik. Baki, sakin olmamı anlatan bir bakış fırlattı. Salondan içeri girer girmez tüm ses kesildi. Deminki arp ve piyano sesinin, binlerce uğultunun kahkahanın yerini, şimdi iğne atsan duyulacak bir sessizlik kaplamıştı. Başım yerdeyken, tedirgin bir şekilde hafifçe kaldırdığımda, tüm gözlerin üzerimde olduğunu fark ettim. Binlerce kişi tek bir noktaya bakıyordu. Bana... Etrafımı seyre devam ettiğimde, babamın yüksek tahtında oturduğunu ve Karamel'in de onun yanında olduğunu gördüm. Bu taht odası ilk gördüğümde daha küçüktü. Ancak şu anda çok değişmişti. Büyük, oval pencerelerin tam önünde üç yüksek taht duruyordu. Tahtların altında metrelerce uzunlukta büyük sütunlar vardı ve o sütunların tepesindeki tahtlar her yeri görebilecek mesafedeydi. Tam yanında duran, ceviz rengi tribün koltuklarının yerini, ince zarif bir arp ve kır renkli bir piyano almıştı. Bizim ufak sihriminiler ise, arp ve piyanoya eşlik ederek; komik mor,beyaz smokinleri ve yeşil papyon ve ayakkabıları ile duruyorlardı. Tam orkestranın karşısında büyük bir su birikintisi vardı. Havuz demiyorum çünkü duvarları yoktu. Bu adeta minicik bir deniz gibiydi. Ancak su sürekli buharlaşıyor ve buharı odanın dört bir kısmına yayılıyordu. Bu su birikintisinin arkasında, zarif beyaz renkli masalar ve onun üzerinde de ince ipek tüller vardı. Her bir masanın üzerinde şık, ince bir mum yanıyor ve bu mum ışıkları buhar baloncuklarını daha da belirgin ediyordu. Ucu bucağı görünmeyen bu masaların her birinin etrafında binlerce Zümrüdüankalı vardı. Odanın duvarları kaybolmuş ve yerini sadece boydan boya kaplayan oval pencereler almıştı. Oda şaşırtıcı bir şekilde pencerelerin üzerinde duruyordu.
Geldiğimiz yere doğru başımı çevirdiğimde kapının ve koridorun yerini,dışarının göründüğü büyük bir pencereye bıraktığını gördüm. Hayret verici bir şekilde oda, sanki çok geniş bir salonmuş gibi tam tepede duruyor ve dört yanı da pencereler ile donatılıyordu. Pencerenin birine hafif göz attığımda, tepenin altında belki de binlerce kişinin olduğu çok büyük bir kalabalık vardı. O anda birden tüm pencereler bir ses ile parçalandı. Odanın tavanı şu anda tepede tek başına duruyordu. Pencerelerin camları gökyüzüne süzüldüler ancak her havalanışlarında ikiye, dörde, sekize bölüne bölüne göğün en tepesine çıkınca havai fişekler gibi parçalanarak yok oldular. Ben bütün bu tuhaf şeye rağmen hala bu topuklu ayakkabıların üzerinde nasıl durduğuma hayret ediyordum. Babam, ayağa kalkarak gür sesi ile; "Sevgili Zümrüdüankalılar, sizlere tanıtmak istediğim bir konuğum var" diye konuşmaya başladı. "Bildiğiniz üzere benim iki kızım vardı" dedi ve gözünün ucu ile Karamel'e bakarak konuşmasına devam etti. "Karamel, hep benim yanımdaydı. Onun büyümesine şahit oldum. Ancak..." dedi bana bakarak, "Jale, yani Dünya'daki kızım hep benden uzaktı. Onu alıp gelmeyi, yanımda büyütmeyi çok istedim. Ancak annesi buna razı olmazdı. Ben de onu annesinden koparıp almaya kıyamazdım. Yıllarca onu uzaktan izledim. Ancak kısa zaman önce annesi Funda, bir ışık demeti gibi gökyüzüne süzülerek aramızdan ayrıldı. Ben de Jale'yi alıp yanıma getirmek istedim. Kendisi de buna razı olunca prensesim evine, sarayına döndü. Şimdi sizlere, onu büyük bir onurla tanıtmak isterim. Kızım Prenses Jale şu anda karşımda durmaktadır. Ve Prenses Karamel ile aralarında tek gün fark olduğundan Jale, veliaht prensestir. Tacını ve prenses unvanını da biricik kardeşi Prenses Karamel'in elinden alacaktır" dedi. Ben o anda Karamel'e baktığımda gözlerini kısarak bana hafif güldüğünü gördüm. Sanki pek memnun değilmiş gibi gülüşüne anlamsız bir katılık gelmişti.
Herkese merhaba arkadaşlar.
Sizleri burada görmek ne güzel. Hepiniz baloya hoş geldiniz.
Zümrüdüanka Kraliyet Mutfağı'nın siz değerli misafirler için hazırladığı sofraya buyurun lütfen.
Bir yandan leziz yemekleri tadarken, diğer yandan balo hakkında konuşabiliriz.
Yorumlarınızı bekliyor, okuduğunuz için teşekkür ediyorum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ALTIN ASALI EJDER
FantasíaDüşünün ki; anneniz gözlerinizin önünde ölmüş, Dünya'da yapayalnız kaldım derken, bir anda babanızın yaşadığı söyleniyor size. Ama babanız, Kaf Dağı'nda bulunan, Zümrüdüanka Ülkesi'nin kralıymış. Ve siz kimsesiz kaldım derken; aslında hiç bilinmeyen...