18. BÖLÜM "3 HARF, TEK HECE: AŞK"

275 45 17
                                    


     Karamel, birden mor bir duman ile yok oldu. Sonra yanımda beliriverdi. Sihriminilerden Primis, tüm kibri ile etrafına bakarak ve elinde tuttuğu yeşil parlak yastığın üzerinde, altından ve uçları zümrüt ile bezeli zarif bir taç taşıyarak yanımıza geliyordu. Karamel, bugün için siyah straplez bir elbise giymişti.Elbisenin kuyruk kısmı, incelerek uzuyor ve en sonra tıpkı bir ejderha kuyruğu şeklini alıyordu.Elbisenin kuyruk ve üst kısımları, kırmızı gül yapraklarıyla süslüydü. Siyah, parlak ve ince topuklu bir ayakkabı giymişti. Ayakkabının topuğu, kırmızı ve çatallıydı. Saçlarını, gergin bir şekilde tepesinden at kuyruğu yaptırmış ve gözlerine, yoğun derin siyah sürmeler çektirtmişti. Kırmızı ruju da elbisesi ile uyumluydu. Kan kırmızı gözlerini, gözlerime dikerek yüksek sesle konuşmaya başladı.

     "Zümrüdüanka'nın değerli halkı, şu anda kardeşim Jale yuvamızda ve ben hem bu durumdan, hem de ona prenses unvanını verecek kişi olmamdan dolayı duyduğum mutluluğu sizlere belirtmek isterim.Kardeşim Jale, babam Kral Altın Asalı Ejder'in bana verdiği yetki ile Zümrüdüanka'nın veliaht Prensesidir" dedi ve Primis'in taşıdığı tacı aldı. Kulağıma sessizce,"Başını eğ" diye fısıldadı soğuk bir ses tonuyla. Ben, tedirgin bir şekilde başımı eğdim ve Karamel tacı kafama taktı. Kafamı kaldırdığımda, belki de bir milyon kişinin aynı anda alkışlar çaldığını duyuyordum. Tıpkı bir şelalenin çağlaması gibiydi bu alkış sesi. Karamel, "Şimdi ellerini bana ver" dedi. Ellerimi ona uzattığımda, anlamadığım dilden bir şeyler fısıldadı ve bir anda kendimi kuş gibi hafiflemiş ve enerji dolmuş hissettim. Karamel kulağıma, "Şu anda, tüm sihir güçlerin ellerinde veliaht prensesçik. Dikkatli kullan" diye fısıldadı yine aynı soğuk sesi ile. Sonra birden mor bir duman ile kayboldu ve tahtında belirdi.

     Babam bana bakarak; "Evet, prensesim yanıma gel. Sana ışınını verelim. Kardeşin Karamel, iki ayrı sihirli türden geldiğinden dolayı; yani bir cadı ile perinin çocuğu olduğundan, iki renk seçme olasılığı vardı. Bu, sarı ve mordu. Karamel, moru seçti ve mor bir duman ile hareket ediyor. Sen, bir peri ile insanın çocuğu olduğundan ve insanların burada yeri olmadığından, rengin sarıdır. Dumanı, Lamippas kanından olanlar kullanabildiğinden ve sen de Zümrüdüanka kanından olduğundan su senin biçimindir. Bu durumda, sarı su ile kaybolacaksın. Ben, beyaz bir su ile kaybolurum ve bu, ülkede tektir" dedi ve bilmediğim dilde bir kelime söyleyerek, beni hafifletti hafifletti ellerimi, saçlarımı göremez oldum. her yer sarı ve serindi. Birden yükseldim yükseldim tahtıma oturdum. Sonra sarı su halim yerini, eski şık kıyafetli halime bıraktı ve tahtımda oturarak prensesliğin keyfini çıkarmaya başladım.

     Her bir yanda, ellerinde zarif gümüş bir tepsi içerisinde, lezzetli yiyecekleri taşıyanlar gezmeye başladılar. Müzik, tüm ahengi ile devam ediyordu. Etrafımı seyretmeye devam ederken gözlerim, birden bana bakan iki su damlasına takıldı kaldı. Bir çift mavi göz, orkestranın yanında durmuş ve elinde bardağı ile beni izliyordu. Üzerinde, gözleri gibi mavi bir pelerin, beyaz dik yakalı bir gömlek, beyaz bir pantolon ve bu pantolona bağladığı lacivert kuşağı ile adeta prensleri andırıyordu. Saçları parlak ve arkaya yatırılmış olup, yuvarlak yüzü ışıl ışıldı. İnce kaşları ve mavi gözleri ile tam da gözlerimin içine bakıyordu. Evet, şunu itiraf etmeliyim; onunla bakıştığım bu anda, sadece gözlerim değil; kalbim de tüm bakışlarını ona yönlendirmişti. Gece çok uzun sürdü. Ancak ben bu yakışıklı çocuğu sadece bir an için gözden kaçırdım. Sanırım, babamın bana eğlenceyi nasıl bulduğumu sorduğu andaydı. Çünkü onun dışında bakışlarımız hiç kesilmeden elmaya saplanmış bir ok gibi keskin ve dağın tepesinde esen bir rüzgâr gibi sürekliydi.

     Gecenin bitiminde, tüm misafirler birer birer tebriklerini sunarak saraydan ayrıldılar. Dışarıda bekleyen Zümrüdüanka halkı da, bir bir evlerine dağıldı ve ben; sihriminiler, saray görevlileri, Baki, babam, Karamel ile birlikte kaldım. Sonra sihriminiler de beni tebrik ederek dağıldılar. Primis, beni tebrik ederken sesindeki tüm kibri ile diğerlerinden üstün olduğunu göstermek istercesine, "Sizi, tüm sihriminiler topluluğu olarak tebrik ederim sayın majesteleri" dedi ve diğerlerini de peşinden sürükleyerek taht odasından ayrıldı. Baki, tüm içtenliği ile tebriklerini sunduktan sonra, saray görevlilerini de yanına alarak odayı terk etti. Karamel, yine aynı buz gibi duruşu ile sade bir, tebrikler dedi ve mor bir duman ile yok oldu. Babamla yalnız kalmıştık. Evet, hem de ilk kez. Ellerimden tuttu, gözlerimin içine çok yumuşak ve hüzünlü bakarak, "Tebrik ederim benim küçük meleğim. Sen Zümrüdüanka'nın veliaht prensesisin ve tüm iyi güçlerin senin bu görevinde yanında olmasını diliyorum. Seni çok seviyorum kızım." dedi gözleri dolarak. Sonra, sanki bu durumundan çekinircesine sesinin tonunu biraz daha öğretici bir hale getirdi ve sözlerine devam etti. "Bak küçüğüm, şimdi odana gitmek isteyeceksin sen, Kaf Dağı Dilini bilmiyorsun. Ancak odana ışınlanman için bilmen gereken bir kelime vardır. Bu kelimenin adı hoeorapone idir. Bu kelimeyi içinden söylediğin anda, odanın kapısının önünde olursun. Zaten odanın kapısını açacak kilit kelimeleri öğrendin. Onları tekrarlayacaksın ve odana gireceksin. Bu kilit kelimeler senin, benim ve Karamel'in odalarının önünde güvenliğimizi sağlamak içindir. Onun dışında başka hiçbir yerde yoktur. Yani yok denecek kadar azdır ve bu ışınlama kelimeleri bilmen yeterlidir. Seni istediğin yere götürür kızım. Şimdi ben de odama çekiliyor ve sana bol renkli rüyalar diliyorum" dedi ve ufak beyaz su damlalarına dağılarak birden gözden yok oldu.

     Ben, tahtın tepesinde tek başıma kalmıştım. Buradan atlayarak ya da başka bir şekilde inmemin imkânı yoktu. Zaten odada benden başka kalan da bulunmuyordu. Ben, derin bir nefes aldım ve unutmaya fırsat vermeden kelimeyi tekrarlamaya başladım. Sanırım ilk kez söylediğimden olacak yüksek sesle "hoeorapone" diye bağırdım. Sonra ilk kez olduğu gibi hafiflemeye, her tarafı sarı görmeye ve en sonunda ise eski halime dönmeye başladım. Şu anda odamın kapısındaydım ve aklımın köşesine yazdığım sihirli kelimeleri tekrarladım. Evet, şimdi yumuşak yatağımın bulunduğu ve adeta büyük bir salona benzeyen odamın içindeydim. Ufak olan kapı büyümüş büyümüş ve beni odaya aldıktan sonra yeniden ufalarak kaybolmuştu. Bu kadar yorgunluğun üzerine olacak ki, giyinme odasında renk renk pijamalar, gecelikler dururken; hemen yatağımın yanında duran, hastaneden sonra sihrimini görevlilerden birisinin, evime giderek topladığı eşyalar arasından evimden gelen eski,açık mavi renkli beyaz puantiyeli pijamamı giyip yatağıma uzandım. Uzanırken, hemen başucu masamın üzerinde duran pırıltılı tacıma baktım ve bu geceki töreni, prenses oluşumu, bu kadar kısa zamanda yaşadığım bu kadar farklı değişimleri ve tabi ki mavi gözlü prense benzeyen o çocuğu düşündüm. Acaba o çocuk kimdi ve acaba onu bir daha görebilecek miydim? Bu düşüncelerle zaten yorgun olan bedenim daha fazla bu halsizliği kaldıramayarak hemen uykuya dalıverdi. Sanırım uzun bir uyku beni bekliyordu.

Herkese Merhaba arkadaşlar.

Zümrüdüanka Ülkesi'nin veliaht prensesi için düzenlenen balo sona erdi.

Sizce iki kız kardeş arasında esen bu soğuk rüzgar, ciddi bir fırtınaya dönüşecek mi?

Yoksa kardeş olmayı başarabilecekler mi?

Yorumlarınızı bekliyor, okumaya ayırdığınız vakit için teşekkür ediyorum. 

ALTIN ASALI EJDERHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin