Tam o sırada yanımıza Eğitmen Yanardağ geldi. Kırmızı, parlak bir pelerin giymiş ve elinde homurdanan ağzı kan dolu bir bitki tutuyordu. Eğitmen Karadul, "Hoş geldiniz sayın eğitmenim, nereye böyle?" diye sordu. Yanardağ, soğuk bakışlarını ona yönelterek, "Çok açım Karadul. Kraliçe Gece'ye bunun bir çözümü olup olmadığını sordum. Yoksa perilere saldıracağım.Geçit de mühürlü. O da bana bu bitkiyi verdi. Artık bu bitkiyi her gün peri kanıyla sulayacağım. Bitki de bunu döndürerek karşılığında istediğim kanı verecek" diye ekledi. Karadul, "Çok güzelmiş. Kraliçemizin yardımına layık olman da çok önemli tabi ki sayın eğitmen" dedi. Yanardağ, "Bilirsin işte, Kraliçe Gece ile aramızda ne geçerse geçsin ortak bir kızımız var. Tabi Kıvılcım da üzüldü benim bu durumuma. Kendimi biraz toparlarsam size, savaş konusunda ciddi yardımlarım olacak.Hem çok sayıda perinin kanına da ihtiyacım var sayın eğitmen" dedi ve homurdanan bitkisini de yanına alarak hızla uzaklaştı.Bana selam bile vermemişti. Halinden çok aç olduğu belli oluyordu.
Ben, o giderken; Eğitmen Karadul'a, "Ben, onun Kıvılcım'ın babası olduğunu daha yeni öğrendim desem ne dersiniz?" dedim. O da, "Şaşırmam" dedi. Ve laflarına devam etti,"Kraliçe Gece bundan pek bahsetmez. Yanardağ, zamanında çok güçlü bir vampir idi. Hatta bizim savunmamızdan sorumluydu. Ama sonraları işleri boşladı. Kendini sadece doymaya adadı. Sürekli geçidi geçip insanlara saldırıyordu. Ayrıca bunu perilere de yapmaya başladı. İşte o an peri kanının yasak olması onun dudaklarını yaktı. Az daha ölüyordu. Daha doğrusu bu şekilde kurtulan tek vampirdir. Ayrıca türünün de tek örneğidir. Zaten Lamippas'ta vampir çok azdı. Türleri de kendilerine hakim olamadıklarından birer ikişer tükendi. Geçidin kapalı olduğu durumlarda Dünya'ya gidemediklerinden perilere saldırıyor ve hepsi de ölüyorlardı. Dediğim gibi bu lanetten kurtulan tek kişi Eğitmen Yanardağ'dır. Tabi ki kraliçemiz bunun için günlerce uğraştı. Sonuçta kızının babası" dedi. Ben, anladığımı ifade eden bir bakış attım ona ve etrafımı izlemeye başladım. Lamippas denildiği gibi bir yerdi. Kapkara bir gökyüzü, kırmızı yıldızlar, etrafta aç bitkilerin homurtuları... Uçan yarasalar, çığlık atan dev bataklıklar, meyvesiz ağaçlar ve uçsuz bucaksız çöller... Birbirinden bağımsız aralarında çöl ya da bataklık bulunan şatolar; şatoların önünde boy boy mezarlıklarla burası adeta korkunç bir imparatorluğu andırıyordu.
Kraliçe Gece'nin sarayı en tepedeydi. Uçsuz bucaksız kapkara gök boyu uzanan dev bir şato, şatoya uzanan kenarında uçurum olan yuvarlak merdivenler, etrafında cansız ağaçlar ile oranın en büyük şatosuydu. Ben bir parça korku ile Eğitmen Karadul'a; "Burası neden böyle? Yani siz bu şekilde yaşamaktan keyif mi alıyorsunuz? Etrafta gülümseyebilecek hiçbir şey yok. Ne gün ışığı, ne etkinlikler... Her yer kapkaranlık, neden böyle?" diye sordum. Karadul, sakin bir ses tonu ile cevap verdi. "Evet kraliçem dediğiniz gibi burası kapkaranlık ve umutsuz bir yer. Aslında burası böyle değildi. Büyük yangından önce burada; pastel renklerin hakim olduğu dev şatolar, uzun kavak ağaçlarının çevrelediği ufak ormanlar, günbatımında bir deniz manzarası ve uçsuz bucaksız kumsallarımız ile nilüferlerin süslediği bataklıklarımız etrafında da kamelyalarımız vardı. Kumsallarımızda sıra sıra, renk renk masalarımız, şezlonglarımız, kuş cıvıltıları ile yankılanan bir Lamippas vardı. Ancak büyük yangından sonra baban tarafından ülkemiz karanlığa gömüldü. Yaralı cadıların hepsi bataklıklarımıza atıldı" dedi. Ve beni kendisine çevirerek gözlerimin içine odaklandı. "Biliyor musun orada ölemiyorlar. Ancak yaşayamıyorlar da. Sadece acı içinde kıvranıyorlar. Bu sesler o zavallılardan geliyor ve biz bir şey yapamıyoruz. Gün batımımız karanlığa gömüldü. Kavak ağaçlarımızın yaprakları döküldü. Kuş cıvıltılarının yerini acı çeken türdeşlerimiz aldı. Bunların tek suçlusu baban. Biz onun ülkesine bir şey yapamadık. Maalesef bizden güçlüler. En son pembe ay deneyinin üzerinden 40 sene geçti. 40 sene önce çıkan büyük yangından beri ülkemiz böyle. Ancak bu pembe ay her şeyi değiştirecek. Bak gökyüzümüze, kırmızı yıldızların arasında pespembe bir ay ışığı var. Bu ay ışığı bizim kurtuluşumuz olacak" dedi gözleri parlayarak. Sonra onu izlememi ve Kraliçe Gece'yi bekletmememiz gerektiğini söyledi.
Tıpkı korku masallarında rastlanan yuvarlak uzun merdivenleri çıktık. Karşımıza paslanmış demirden bir kapı çıktı. Devasa kapıyı Karadul, süpürgesi ile tıklattı. Kapıyı cadı bir çalışan açtı. "Buyurun kraliçem" dedi başını eğerek, bu söz çok hoşuma gidiyordu. İçimden birkaç kez tekrarladım, kraliçem diye. Evet doğru ya iki gün sonra kraliçe olacaktım. Bedeli ne olursa olsun gücü elde etmek için fedakârlık yapmaya hazırdım. Yukarıya toplantı odasına çıktık. Odanın içinde kırmızı deri bir masa, etrafında da altın ayaklı kırmızı kadife koltuklar vardı. Koltukların yedi tanesi yuvarlak, en baştaki koltuk da sivri boynuzluydu. Duvarlar eski cadı portreleri ile doluydu. Odanın dört bir köşesi alevli meşaleler ile aydınlanıyordu. Kraliçe Gece, masanın başköşesindeki boynuzlu koltukta oturuyordu. Beni görünce, "Hoş geldin sevgili yeğenim. Seni burada misafir etmek ne kadar da güzel" diye ellerini bana uzattı. Ben ona doğru ilerledim ve onu sarılıp öptüm. O, bana bir kez daha baktı ve bir kahkaha attı. "Ah Karadulcuğum! Zümrüdüanka'nın yeni kraliçesine ne yapmışsın böyle. Karamel ne bu halin?" diye gülümsedi. Ben Karadul'a bakarak; "Bu, inandırıcılık için lazımmış kraliçem. Ama hallederim diye düşünüyorum. Zaten uzun zamandır saçlarımı kestirmeyi düşünüyordum. Kısa küt kâküllü bir kesimin bana yakışacağını düşünüyorum" dedim. Kraliçe Gece,"Tatlım dur işini kolaylaştıralım" dedi ve bir el çırpması ile kuaförlerini yanımıza çağırdı. Kuaförler saçlarımı küt bir şekilde keserek kakül verdiler. Cildime bakım yaptılar ve sonra içeriye bir doktor girdi. Yaralanan koluma pansuman yaptı.
Kraliçe Gece, "Böylesi daha iyi güzelim. Ancak bu renkten kurtulsak iyi olur. Bilirsin biz burada yeşili sevmeyiz" dedi ve yeşil elbiseme göz ucu ile baktı. Bir el çırpması ile içeriye bir terzi girdi. Terzi, bana kırmızı üzerine siyah dantel desenli, uzun kollu uzun bir elbise dikti. Bunu o kadar çabuk yaptı ki ben bile neye uğradığımı şaşırdım. Ayağıma da siyah dolgu topuklu terlikler geçirdi. Ben; "Evet, bu daha iyi oldu şimdi" diye gülümsedim. Kraliçe Gece, "Evet tatlım dinlen burada biraz. Sen burada misafirsin. Rahatın bizim için çok önemli. Hem burası da senin ülken. İstersen istirahata çekil. O saçma balo organizasyonu, sonra yaşanan gelişmeler seni yormuştur. Hem sana dinlenmen için annenin odasını hazırlattım. Onun resimleri, onun yatağı, hatta onun çarşafları var. Giyinme odanın bir kısmında götürmediği kıyafetleri de buluyor. Onunla bu şekilde özlem gidermenin seni rahatlatacağını düşündüm benim güzel yeğenim" dedi. Ben gözlerim parlayarak, "Gerçekten mi teyze?Bu beni o kadar mutlu eder ki" diye sevinçle haykırdım. Annemin odasında, annemin çarşaflarında uyuyacaktım. Kraliçe Gece beni odama götürmesi için karabüyücü bir çalışanı çağırdı. "Hadi tatlım odanda dinlen. Hem çok geç oldu yarın kahvaltıda görüşürüz" dedi. Ben, teşekkür ederek ayağımın altında bulutlar varmışçasına uça uça öndeki çalışanı izledim.
Kendi gölgemin beni karşıladığı loş bir oda... Duvarda yanan iki meşale.. Bir yatak... Boş bir yatak. Sahibinden ayrılmış, yapayalnız duvarın bir kenarına itilmiş... Duvarlarda resimler. Onun resimleri... Dolapta kıyafetler... Hala üzerinde kokusu olan onun kıyafetleri... Peki, o nerede? Benim annem nerede? Yıllardır bir ceviz gibi beni kapatan kabuğumun içinde ne kadar yumuşak bir kız olduğumu fark ettim. Yatağıma uzandım ağladım ağladım. Kendimi kaybedercesine sessiz sessiz ağladım. Sadece onu biliyorum, ağladığımı... Annem ben çok küçükken ölmüştü. Onunla ilgili anılar o kadar silikti ki kafamda... Bölük pörçük... Parçası kaybolmuş oyuncaklar gibi. Biri olsa, diğeri yok kafamda. Peki neden ölmüştü annem? Her şey yolundayken bir anda neden ölmüştü? Kendini cadılar için; Lamippas için feda etmişti. Babamla evlenmişti ve ben doğmuştum.Peki bir anda neden gitmişti? Bunun cevabını bilen yok. Bir anda öldüğünü söylüyorlar ama nedeni yok. Ama neden? Neden ben annesiz sertleşmek zorunda kalan bir ceviz gibi büyüdüm? Tam kendimi bulmuşken; annemden kalan yeri onunla, aşık olduğum çocukla Okyanus'umla doldurmaya çalışırken o çıktı karşıma... Bir anda gözlerimi sildim. Gözümü hırs ve öfke bürümüştü. Hem tahtımı, hem tacımı çalmıştı. Onun yüzünden hem babamın, hem ülkemin önünde ikinci plana atılmıştım.Sevdiğim çocuk olan Okyanus ile arama giren ve onu benden uzaklaştıran da o idi. Bunlar bedelsiz mi kalacaktı! O kardeş olacak kız, bir anda kurulmak üzere olan dünyamı yeniden parçaladı. Onu cezalandıracak ve bir parça kendimi rahatlatacaktım. Evet, bunu yapacaktım!
Herkese merhaba arkadaşlar.
Hikayem hakkında final yapmama kararı aldım.
Düzenli olarak bölüm yayımlayacağım ancak uzun bir süre yoğunluğumdan dolayı yayımlayamadım.
İyi haber şu ki, yoğunluğum bitti.
Bu sebepten artık her hafta sonu yeni bölüm gelecek.
Oy ve yorumlarınızı bekliyor, teşekkür ediyorum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ALTIN ASALI EJDER
FantasiaDüşünün ki; anneniz gözlerinizin önünde ölmüş, Dünya'da yapayalnız kaldım derken, bir anda babanızın yaşadığı söyleniyor size. Ama babanız, Kaf Dağı'nda bulunan, Zümrüdüanka Ülkesi'nin kralıymış. Ve siz kimsesiz kaldım derken; aslında hiç bilinmeyen...