54.BÖLÜM KRALIN AŞK HİKAYESİ

119 20 0
                                    

     On saniye kadar bir sessizlik olduktan sonra; "Pe... Peki annem?" dedim kekeleyerek. Babam bir kez daha gırtlağını temizleyerek, "Evet dedi annen... Baki ile Uludağ'a gittiğimizde annen de kız kardeşi ile birlikte tatildeydi. Demet teyzeni sen hatırlamazsın. O, sen daha çok ufakken bir trafik kazasında öldü. Yazık çok da gençti. Zaten anneannen ile deden de sen doğmazdan önce vefat etmişti. Onlar da iki kardeş birbirlerine sığınmışlardı. Ben tam dağ zirvesine yaklaşmışken annen de zirveden kaymak üzere hazırlanıyordu. Beni görünce ilginç bir şekilde kafasını eğdi. Sanki karşısında başka dünyadan bir yaratık var gibiydi.Tabi benim üzerimde siyah deri bir pelerin, ayağımda kırmızı bir tayt üzerinde siyah deri bir kraliyet şortu ve beyaz bir gömlek vardı. Kafamda da kuş tüyünden bir şapka duruyordu. Takdir edersin ki Dünyalılar için pek de tercih edilen bir görüntüm yoktu. Annen bana baktı ve, "Sanırım yanlış yere geldiniz. Sirk için bu dağın tepesinde bir adres bulunduğunu sanmıyorum" dedi. Ben kendimi tutamayarak ufak bir kahkaha attım. "Sirk ha öyle mi?" dedim, dedi. Ben hemen lafa girerek, "Annem de ne komiktir işte" dedim. Babam da koca bir kahkaha attı. "Evet" dedi "Funda hep çok komik olmuştur. Zaten beni en çok etkileyen onun hayata pozitif bakış açısıydı" dedi ve laflarına devam etti. "Ben de o anda şimdiki gibi bir kahkaha attım ve, "Hayır hanımefendi.Burada bulunma amacım başka.Ne yazık ki size şu anda bu konuda bilgi veremeyeceğim" dedim.

     Annen şaşırmıştı ve, "Bilgi veremeyeceksin demek... Anladım, sen kesin akıl hastanesinden kaçtın. Çünkü bu kılıkla burada olmanın başka bir açıklaması olamaz bay keçeli kalem" dedi. O zamanlar ince uzun kıvrık bir bıyığım, omzuma dökülen dalgalı saçlarım ve ufak bir keçi sakalım vardı. Yani şimdiki gibi, ancak tabi o zamanlar yakışıklıydım. Simsiyah kömür gibi saçlarım omuzlarıma dökülüyordu. Tabi, zaman insanı sert bir rüzgar gibi savurup gidiyor. Neyse konudan sapmayalım. Ben bir kahkaha daha attım ve, "Sanırım siz de komedi aktristi olmalısınız hanımefendi. Zira geldiğimden beri beni güldürüyorsunuz" dedim. Annen ufacık gülümsedi ve kar gözlüklerini gözünden çıkardı. İki çift muhteşem yeşil göz bana bakıyordu. İşte o an annene aşık oldum. Annen de sersem sersem ona baktığımı fark etmiş olacak ki, "Evet" dedi "Biliyorum gözlerim çok güzel.Sakın siz de söylemeyin bıktım aynı iltifatlardan" dedi.

     Ben, "Evet gerçekten iki zümrüt parçasına benziyorlar" diyerek annenin yanına yaklaştım. "Bana isminizi bağışlar mısınız hanımefendi?" dedim. Annen, "Funda" dedi. Ben, "Funda ne kadar güzel bir isim. Bana isminizi bağışlamanızın karşılığı olarak şu hediyemi kabul edin" dedim. Ve elimi cebime atarak ince bir bileklik çıkardım. Benim giydiğim o komik deri şort sihirliydi. Küçücük dar bir cebi vardı,ancak istediğim şeyi düşünüp içimden "yomigorita" diye tekrarladığımda cebimde beliriverirdi. Ben de üzerinde zümrüt taşlarla Funda ismi yazılı altın bir bileklik çıkararak annene uzattım. Annen bir anda şok olmuştu. "Ama..." dedi, "Siz nereden biliyordunuz ki adımı? Hem bu çok kıymetli bir şey ben bunu kabul edemem" dedi. Ben, "Hayır" dedim. "Kabul edeceksiniz. Nereden bildiğime gelince, belki de ben bir sihirbazımdır belli mi olur?" dedim.

     Baki, zirvenin etrafında beklemekten tedirgin olmuş ve yanıma gelerek; "Prensim artık saraya dönsek mi? Babanız zaten kötü. Durumu ağırlaşmadan gitsek iyi olacak herhalde" dedi. Annen bu sefer şüphe dolu gözlerle Baki'ye bakıyordu. Baki normal bir insandan çok daha uzun ve iri bir adamdı çünkü bilirsin işte o bir emegendi. Baki,anneni görünce güvenliğimden şüphelenmiş ve ağzından lavlar akıtarak, annenin etrafındaki karı eritmişti.Annen bunu görünce dehşete kapıldı. "Siz nesiniz? Nereden geldiniz!" diye bağırıyordu. Korkudan yerinde buz kesmişti adeta. Ben gittim onu sakinleştirdim. Ancak ona Kaf Dağı'nda oturduğumuzu ve Zümrüdüanka'nın prensi olduğumu açıklayamazdım. Sadece, güçlü bir sihirbaz olduğumu, Baki'nin de benim sihirimle emegen olan bir yanardağ olduğunu anlattım. 

     Annen gördüklerinden sonra en mantıklı açıklamanın bu olduğunu anladı. Ellerimden tutarak yerinden kalktı. "Bilekliği kabul etmezsem beni de kurbağaya falan çevirirsin sen bay prens.Sahi senin adın yok mu?" dedi. Ben, "Adım Ejder" dedim. Annen, "Ejder öyle mi! Ama senin kadar güçlü bir sihirbaz nasıl olur da duyulmaz?" diye sordu. Ben, şöhret ile ilgilenmediğimi, kendime ait ufak bir izleyici kitlem olduğunu söyledim ve zirveden bir sepet kar alarak apar topar zirveden aşağıya inmeye başladım. Ama annen bana inanmamış ve beni izlemiş. Zirvenin aşağısındaki ufak ormanlıkta Baki ile benim sihirli halıya binerek oradan uzaklaştığımı, gökyüzünde de bir anda kaybolduğumu görmüş.

     Ben saraya gittiğimde maalesef geç kalmıştık. Babam zaten ölmek üzereydi.Ama annenle bu ufak konuşmamız babamın nefes almasına yetmemişti. O zamanlarki karım; yani Kraliçe Petunya, ki kendisi Karamel'in annesi bir cadıdır. Bana ateş püskürmüştü. Neden bu kadar geciktiğimi sormuştu. Derdi tabi ki babam değildi. Herhalde sihirli küresinden beni takip etmiş ve annenle konuşmama tanık olmuştu. Ben sadece ufak bir centilmenlik yaptığımı, büyütülecek bir şey olmadığını anlattım ona. Ama o buna inanmadı. Anneni öldüreceğini, beni de bir daha dışarı çıkartmayacağını söyledi. Ben o anda onun saçlarından tuttum ve artık bu ülkenin kralı olduğumu,bana emir veremeyeceğini, Funda'ya da kesinlikle karışmaması gerektiğini söyledim.Günler geceler geçiyor ancak Funda bir türlü aklımdan çıkmıyordu. O şirin konuşmaları, iki çift zümrüt göz aklıma kazınmıştı. Zaten Kraliçe Petunya ile biraz da babamın yüzünden evlenmiştim.

     Kraliçe Petunya, Lamippas'ın bir numaralı varisiydi. Yani Lamippas'ın gelecek kraliçesiydi. Babam, iki ülkenin bir numaralı varislerinin evlenmesi sonucunda Kaf Dağı'nda genel bir barış olacağına inanmıştı. Lamippas kralı da aynı görüşte idi. Sonuçta, beni de bu plana dahil etmişlerdi. Kraliçe Petunya'yı hiç sevmedim. Annen bu sevgisiz ömrümde açan bir gül gibiydi. Babamın cenaze töreni bittikten sonra daha fazla dayanamadım ve Dünya'ya bir iş için gitmem gerektiğini söyleyerek aniden ortadan kayboldum. Kimin ne düşündüğü de, Petunya'nın beni takip etmesi de umurumda değildi. Hayatımda ilk kez aşık olmuştum. Annenin apartmanını ufak bir sihir ile buldum. En üst kata çıktım Annenin kapısını çaldım. Kapısının önüne zümrütten ufak bir gül koydum. Kapıyı teyzen açtı. "Abla, burada ilginç bir şey var. Sanırım senin sihirbaz buralarda" diye bağırdı. Annen kapının önüne geldi. Zümrütten gülü görünce, "Hadi Ejder çık ortaya, bunu senin yaptığın o kadar belli ki" dedi. Ben elimde gerçek bir gülle karşısına çıktım. İçeri girdik, teyzen bize kahve yapıyorken annene ondan hoşlandığımı onunla biraz zaman geçirmek istediğimi söyledim. Annen de tabi ki bu olanlardan etkilenmiş ve ufak bir tanışmayı kabul etmişti.

Merhaba değerli arkadaşlar,

Kral ile Jale'nin annesinin tanışma hikayesini dinlemeye başladık bu bölümde.

Gelecek bölüm nasıl ayrıldıklarından da bahsedeceğiz.

Okumaya ayırdığınız vakit için teşekkür ederim.

Yeni bölüm haftaya, hafta sonu olacak.

Görüşmek üzere.

ALTIN ASALI EJDERHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin