Birden ellerim buz kesmeye başladı. Saç uçlarımdan tırnaklarıma kadar yoğun bir soğukluk hissettim. Ben şimdi, bu tanımadığım insanlarla hiç bilmediğim bir yere mi gidecektim? Anneciğimi son kez görmeden, alıştığım okulumdan, çevremden, hatta bildiğim gerçeklikten uzakta; Kaf Dağında, değişik insanların bulunduğu bir yere mi gidecektim? İnsanlar demeyecek miydi Jale nerede diye? Hem ben orada ne yapacaktım ki? Öğrendiğim gerçekler kafamdaki soru işaretlerini şişiren balonlar olmuşlardı. Devasa adamın dediklerini kendi beynimde tekrarladım. Prenses Jale... Evet, ben bir prensestim ve bir yerlerde beni bekleyen kral bir babam vardı. Hep babasız büyüdüm. Peki acaba annem neden böyle davrandı? Neden gerçekleri benden gizledi? Babam sandığım bir insanın mezarında ağlamama neden göz yumdu? Ona şimdi çok sinirliydim. Kafam karışmıştı. Ne yapacağımı bilemez haldeydim. Ama, evet hemen karar vermem gerektiğinin de farkındaydım. Kararlı bir tavır takınarak devasa adamın yüzüne baktım ve, "Peki" dedim. "Sizinle gelirim, ancak annemi son bir kez görmem lazım. Beni onun mezarına götüreceksiniz." Dedim. Devasa adam da gözlerini yumdu ve, "Emredersiniz prensesim" dedi. O anda kafamda bir şimşek daha çaktı. Doğru ya, bu insanlar kendilerini akrabam diye tanıtarak annemi son kez görme hakkımı elimden almışlardı. Onu, benden habersiz toprağın soğuk kollarına bırakmışlardı.
Sinirli bir şekilde ayağa kalktım. Ayaklarım soğuk mermerin üzerinde, ellerim yumruk haldeydi. Sert bir bakışla hepsini süzdükten sonra, "Durun bir dakika!" dedim. "Siz, benim annemi toprağa vermişsiniz benden habersiz. Bu doğru mu?" dedim. Devasa adam kekeleyerek kısık bir sesle, "Bu... Bu babanızın emriydi. Biz onun emrini yerine getirmekle yükümlüyüz" dedi. Topuklarımı soğuk mermere vurdum. Gözlerim dolu dolu oldu. "Bunu nasıl yaparsınız? Sizde hiç mi vicdan yok! Bunu bana nasıl yaparsınız!" diye haykırıyordum. "Ben hastayken, onu kaybetmenin yokluğu ile çökmüşken, siz, kazmayı küreği alıp, toprağı nasıl onun üzerine öylece dökersiniz!" diye bağırıyordum. O anki hırsla ağlamaya başladım. Devasa adam, bir adım geride durdu. Ufak olan adamlar yanıma geldiler. Ve hepsi de tiz bir ses tonuyla, "Prensesim, özür dileriz. Biz siz üzülmeyin diye yaptık" dediler. Hepsi ayak ucumda oturdular ve gözlerini kocaman kocaman açarak ağlamaya başladılar. Bir an, tek tek yüzlerine baktım. O kadar komiktiler ki. Kocaman kirpi gibi saçları, tuhaf tuhaf büyük gözleri ve minicik burunlarına yapışık ağızları vardı. O an gülümsedim. Ve hepsi gözyaşlarını silerek, etrafımda çember oluşturdular ve alkışlamaya başladılar. Devasa adam da yanıma geldi. "Özür dileriz prensesim" dedi. Ben, Devasa adamın ve ufak adamların yüzüne baktım ve, "Bu, babamla halletmemiz gereken bir konu ve bu konuyu onunla tartışacağım. Şimdi nasıl yapacaksınız bilmiyorum. Ama beni önce anneme, sonra da babamın yanına götürün" dedim. Sanırım prenseslik havasına çabuk girmiş olmalıydım. Sesime bir asalet ve öz güven gelip yerleşmişti. Doğru ya hiç tanımadığım insanlarla tanımadığım bir yere prenses olarak gitmek üzereydim.
Devasa adam, "Peki prensesim" dedi. Ufak adamların hepsi cama yaslandılar. Devasa adam, elimden tuttu ve benimle gelin dedi. Onun yanında çok ufak tefek kalmıştım. Ellerini tuttum ancak benim elim onun parmaklarından sadece biri kadardı. Aslında itiraf edeyim, bu yaptığım doğru mu diye düşündüm o anda. Nasıl bir dünya ile karşılaşacağımı bilmiyordum. Ancak umursamadım. Dedim ya, havaya girmiştim artık. Devasa adam ile birlikte ben de ufak adamların bulunduğu cam kenarına doğru yürüdüm. Sırtımızı cama verdik, ben şaşkın şaşkın ne yapacaklar diye beklerken Devasa adam ve ufak adamlar ellerini açtılar. Hepsi kendi bileklerini birleştirdi ve parmaklarını gergince açtılar ve hepsi bir ağızdan, "sarimongala" diye bağırdılar, tam üç kez.. O sırada hastanenin duvarı titremeye başladı. Ben, deprem mi oluyor? diye büyük bir paniğe kapıldım. Devasa adam, "Korkmayın prensesim. Kapı geçiş aynasını çağırdık. Bu aynalar, Dünya ile Kaf Dağı arasındaki bir geçittir ve bizi istediğimiz yere taşıyacaklar" dedi. Ve dediği gibi titreyen duvarın ortasında; etrafı altın renkli, oymalarla çevrili büyük bir ayna çıktı. Ancak ayna bildiğimiz aynalara benzemiyordu. Ara ara sisli bir görüntü içeriyor, sonra düzeliyordu. İlk olarak ufak adamlar aynadan geçtiler ve bir anda kayboldular. Sonra devasa adam bana doğru baktı ve, "Sıra sizde prensesim" dedi. Ben tedirgin gözlerle aynaya baktıktan sonra; "Şeyyy... Devasa adam bey, bu güvenli. Değil mi?" diye sordum. O da, "Devasa adam bey mi?" dedi ve tok sesi ile kahkaha attı. Sonra; "Prensesim kusura bakmayın. Çok özür dilerim" dedi. Ve açıklamaya devam etti. "Ben, Baki prensesim. İsmim Baki" dedi. Ben de, "Tamam Baki, güvenli mi bu?" dedim. O da, "Merak etmeyin. Siz Zümrüdüanka Ülkesi'nin prensesisiniz. Size asla zarar gelmesine izin vermem. Ben buraya geldiğim andan beri sizi korumak görevi ile geldim ve her türlü tehlikeye karşı sizi koruyacağım" dedi gülümseyerek. "Tamam o zaman" dedim. Ve aynaya doğru yürümeye başladık. Baki o sırada, "Bir saniye prensesim" dedi. Ve elimden tuttu, gözlerini kapattı ve, "norimahagete Jale" diye fısıldamaya başladı. Aynayı getirmek için fısıldadığı gibi bunda da tam üç kez bu sözleri tekrarladı. Ve etrafımızı sarı bir bulut kümesi sardı. Küme o kadar hızlı ilerliyordu ki; dönen o mu? Yoksa biz mi? Anlamamıştım. Sonra küme dağılmaya başladı. Baki gözlerini açtı ve o anda tam karşımızda bir başka ayna duruyordu. Ama yok, bu ayna değildi. Çünkü Baki'nin yansıması yoktu. Sadece benim yansımam vardı. Aynaya doğru biraz ilerledim ve elimi aynaya sürdüm. Sürmemle beraber, panikle korkarak geriye fırlamam bir oldu. Çünkü elimi sürdüğüm yerde cam değil, benim gibi bir el vardı. Baki, "Korkmayın prensesim" dedi. "Bu, sizin yansımanız. Siz Zümrüdüanka Ülkesinde iken, Dünyada bir anda ortadan yok oluşunuzu açıklayamayacağımız için; hayatınızı bu yansıma devam ettirecek" dedi. Yansıma, aynı benim sesimle; "Merak etmeyin prensesim, siz yokken ben burada, sizin hayatınızı son derece güzel ve başarılı bir şekilde devam ettireceğim" dedi. Kendi sesimi ve kendi görüntümü, karşımda benden bağımsız hareket ederken görmek beni fazlası ile ürkütmüştü. Sadece titrek bir sesle, "Peki" dedim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ALTIN ASALI EJDER
FantasiDüşünün ki; anneniz gözlerinizin önünde ölmüş, Dünya'da yapayalnız kaldım derken, bir anda babanızın yaşadığı söyleniyor size. Ama babanız, Kaf Dağı'nda bulunan, Zümrüdüanka Ülkesi'nin kralıymış. Ve siz kimsesiz kaldım derken; aslında hiç bilinmeyen...