Hemen kafamı çevirdim ve yere inmek üzere olan halının yol aldığı saraya, yani yeni evime bakmaya başladım. Bu saray som altındandı. Işıl ışıl parıldıyordu. Bizim içeri girdiğimizi gören Anka kuşları, biraz üzerimizden uçarak biz tam inmeye yakın gagalarında taşıdıkları kırmızı gül yapraklarını üzerimize döktüler ve uçan kırmızı parlak halı sarayın avlusuna indi. Önce sihriminiler, sonra ise Baki ve ben halıdan indik. Müthiş bir kalabalık vardı. Hepimiz sarayın içerisine doğru yürümeye başladık. Etrafta meraklı gözler bizi izliyordu. Kafamı yere eğdiğimde meraklı gözlerin fısıltılarını duyuyordum. "Bu, o!" diyorlardı. Sonra başka bir ses, "Ama saf kan değil! Annesi bir insan. Prensesin karşısında şansı yok. Hem yarı insan, yarı peri birisi nasıl veliaht olur?" diye fısıldıyordu kalabalığın içinde. Sanrım bu fısıltıları Baki de duymuş olacaktı ki, "Sessizlik!" diye bağırdı. "Şu anda bu avluda yürüyen, Kral Altın Asalı Ejder'in veliahtı Prenses Jale'dir. Saygılı olun!" dedi. Oradakilere baktığımda kalabalığın sessizce toparlandığını, ancak bu durumda bile memnuniyetsiz olduklarını görebiliyordum. Avludan içeriye girdiğimizde sarayın içe açılan büyük bronz kapısı kendi kendisine açıldı.
Sarayın içerisine baktığımda, çok büyük şaşkınlık ve hayret içerisinde kaldım. Tavanın tepesinde asılı duran, elmas ile çevrili ateş parçaları vardı. Bu ateşlerin rengi ise yeşilli mavili pembeli kırmızılı morlu sarılı idi. Ateşler sürekli hareket halindeydiler. Adeta birbirleri ile dans ediyorlardı. Tavanda zümrüt bir yayın içine gerilmiş büyük bir ok ve okun üzerinde ise zümrütten bir Zümrüdüanka kuşu vardı. Okun tam ağzında da yakuttan bir yarasa bulunuyordu. Baki'ye bunun ne olduğunu sorduğumda Baki bana, bunun ülkenin temsili sembolü olduğunu söyledi. Ve "Zümrütten yay, ülkenin etrafını kaplayan koruyucu kalkan, onun içindeki bronz keskin okun üzerindeki Zümrüdüanka kuşu, o ülkenin kralı ve en içte duran yakut kırmızısı yarasa ise Lamippas Ülkesidir" dedi."Baki" dedim, "Bu ülke Zümrüdüanka'nın neden düşmanı? Bu düşmanlık nereden başladı?" diye sordum. Baki sessizce kafasını eğdi ve, "Prensesim hepsini zamanla öğreneceksiniz" dedi. Ben omuz silktim ve etrafımı seyretmeye devam ettim. Sarayın gümüş kaplama camları son derece büyüktü. Ancak güneşin ışığına göre boyutları değişiyordu. Gün ışığının miktarı arttıkça cam kendi kendine büyüyor; miktarı azaldıkça ise küçülüyordu.
Havalara bakmayı bırakıp tam karşıma baktığımda ise burasının gerçek bir saray olduğunu anlamıştım. Tam karşımda art arda bulunan üç oda vardı, bu iç içe üç odanın kapısı sonuna kadar açıktı ve üçüncü odanın sonunda som altından yapılma uzun bir sütunun tepesinde, yine som altından yapılma ve kadife koltuklu büyük bir taht duruyordu. Taht, çok yüksek altın bir sütunun üzerinde duruyordu. O tahtın hemen yanında, yine som altından yapılma kadifeli iki taht daha duruyordu ancak bu tahtlar büyük tahttan az daha aşağıdaydılar. Üzerinde yürüdüğümüz avluya açılan kapının önünde, büyük kırmızı bir halı vardı. Ve halı, tam karşımda duran ve kapısı açık olan büyük odanın içine kadar devam ediyordu.
Girişten ileriye doğru ilerledik. Primis,ilerlerken tiz sesi ile sarayı tanıtıyordu. "Prensesim" diye başladı sözlerine; "Girişten sonraki ilk oda arınma odasıdır. Buraya bir derdi olan, ya da şikâyeti olanlar gelirler. Ancak, sorunlarını kralımıza iletmeden önce buradan arınmaları gereklidir. Normalde bu odaların kapıları hep kapalıdır. Ancak sizin için bugün açık tutulmuştur. Bu odada, önce derdi olan; ki gerçekten bu ülkenin kişisi mi?Yoksa Lamippas'tan kılık değiştirmiş bir cadı mı? diye test edilir. Gördünüz gibi odanın her iki yanında büyük yeşil ışıklı iki dolap vardır. Bu dolapların dışı yeşil ışıklı ancak içi saydamdır. Bunlar ayıklayıcı dolaplardır. Bu dolaplara giren kişinin kim olduğunu bu dolaplar onun cinsinin verdiği renge göre tanır ve ayırt ederler" dedi ve odanın her ki yanında duran dolaplardan birinin kapısını açtı.
"Gördüğünüz gibi dolapların altı mermerdir.Eğer kişi peri ise, bu dolapların yeşil ışığı, sarıya dönüşür. Buyurmaz mısınız?" diye beni elimden tuttu ve dolabın içine doğru götürdü. Kendisi dışarı çıktığında, dolabın göründüğü kadar küçük olmadığını fark ettim. Bu dolabın içinde hiçbir şey yoktu ve oda kadar vardı.Ancak bu nasıl olabilirdi? Girdiğimiz oda kadar bir oda, daha küçük bir alanın içine sığmıştı. Sanırım bu da perilere ait bir hüner olsa gerekti. Dolabın önce mermeri sonra ise kenarları ve tavanı birden yeşil renkten sarıya dönmeye başladı. Ve dolabın kapısı kendi kendine açıldı. Primis, "Periler sizin gibi sarı ışığa dönüşür prensesim" dedi ve lafına devam etti. "Eğer bu kişi sihrimini ise ışık turuncuya; izninizle" dedi ve beni dolaptan çıkararak kendisi dolaba girdi. Dışarıdan baktığımda da içeride olduğu gibi bu dolabın turuncu bir mandalina gibi parladığını ve kapısının kendiliğinden açıldığını gördüm. Primis dışarı çıktı ve gergin bir ses tonu ile "Eğer, dedi bu kişi emegen ise renk kahverengiye ya da cadı veya karabüyücü ise bu dolabın rengi mora dönüşür. Dolap içine giren kişinin cinsini ayırt ederken buna dikkat eder ve önce dibindeki mermeri ateş gibi parlamaya ve yanmaya başlar. Karabüyücü cadı veya emegen oradan çıkamazlar.Dolabın mermeri yanar yanar ve en sonunda dolabın hemen altında bulunan zindan odasına doğru erimeye başlar. Karabüyücü, cadı veya emegen, zindan odasına düştükten sonra eriyen duvarlar bir bir kapanır ve saray alarma geçer. Zindan odasına düşen karabüyücü cadı veya emegen cezalandırılır"dedi.
"Peki" dedim, "İnsanlar girince ne renk olur bu dolap?" Hepsi gülmeye başladı. Sonra Baki, "Prensesim" dedi "İnsanlar bu dolaba giremez.Çünkü burası gökyüzünde bir saraydır. Lamippas da, Kaf Dağı da,Zümrüdüanka Ülkesi de göğün salıncağında sallanırlar" dedi. Ben, bir anda Baki'ye döndüm, "Peki sen" dedim, "Madem sen yarı emegen, yarı cadısın; sen nasıl ayıklayıcı dolaptan çıkabiliyorsun?" diye merakla sordum.
Merhaba değerli arkadaşlar, yeni bölüm Pazar günü gelecek.
Ama işler yavaş yavaş karışmaya başlayacak.
Çünkü bölümde de anlatıldığı üzere, Jale tek varis değil.
Bakalım neler olacak?
Yorumlarınızı bekliyor, şimdiden teşekkür ediyorum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ALTIN ASALI EJDER
FantasyDüşünün ki; anneniz gözlerinizin önünde ölmüş, Dünya'da yapayalnız kaldım derken, bir anda babanızın yaşadığı söyleniyor size. Ama babanız, Kaf Dağı'nda bulunan, Zümrüdüanka Ülkesi'nin kralıymış. Ve siz kimsesiz kaldım derken; aslında hiç bilinmeyen...