Karamel, Okyanus'un koluna girmiş ve yılan gibi tıslamaya başlamıştı; "Okyanuscuğum,tanıştın mı sevgili kardeşimle? Jale benim bir tanecik kardeşim. Ah canım benim... O, bizim krallığımızın kıymetli, biricik varisi" dedikten sonra, ses tonunu daha da düşürerek tıslamaya devam etti. "Sadece bir günlük farkla! Babamın, anneciğimi onun dünyalı annesi ile aldatmasının neticesidir kendisi. Bir hata anlayacağın... Zaten babam, yıllarca sahip çıkmadı. Eh insanoğlu az ömürlü. Bizim gibi yüzlerce yıl yaşayamıyor. Annesi ölünce, babam da bu kimsesiz kalmasın diye saraya getirdi ve usuller gerçekleşmeye başladı. Ancak taht konusunda her an her şey olabilir. Değil mi sevgili kardeşim?" dedi. Ve bunları o kadar yüksek sesle söyledi ki bahçedeki zeka çiçekleri bile ağzı açık bizi izliyordu. Of keşke yerin dibine girebilseydim. Sinirle ağlayarak oradan uzaklaştım ve bahçenin az ilerisindeki kirazlığa doğru koştum.
Yerdeki zeka çiçekleri bana bakarak dedikodumu yapıyorlardı. Sinirle onlara bağırırken birkaç patırtının bana doğru geldiğini duydum. Bunlar; Okyanus ve Papatya idi. Okyanus eğilmiş, ellerini avuçlarıma alarak, "Üzülmeyin prensesim, her şey düzelecek inanın buna. Karamel işte... O hep sinirli ve önyargılıdır. Eminim sizi tanıdıkça sevecektir" dedi. Papatya da, "Üzülme Jale, biz yanındayız. O Karamel olacak kız yine cinsine çekti işte! Cadı kanlı ne olacak!" diyerek hiddetlendi. Ben, Hezaren'i sorduğumda Papatya, Hezaren'in bahçede Karamel'le kavga ettiğini söyledi. "Hezaren çok çabuk sinirlenir. Karamel de saçma sapan konuşunca dayanamadı; o da inanılmaz sinirlendi. Karamel, burayı sarayı sanıp fink atıyor. Neyse ki Hezaren gibi arada haddini bildiren oluyor" dedi. Ben, "Önemli değil, onunla hesaplaşmamız ağır olacak" dedim ve gözlerimdeki yaşları sildim. Okyanus, "Hadi, saati geliyor, ilk derse girmemiz gerek." dedi
Biz kızlar, önce kulelerimize gittik. Sihir elbiselerimizi giymemiz gerekiyordu. Hepimiz bu elbiselerle son derece komik görünüyorduk. Elbiseleri giydikten sonra sınıflardan birine girdik. Bu sınıf kocaman bir oda büyüklüğündeydi. En arkada cadılar ve karabüyücüler, onların önünde periler ve en önde de sihriminiler oturuyordu. Biz de perilerin arasına oturduk. Burası sadece kraliyet soyundan olanların gittiği bir okuldu. Ancak gerçekten kalabalıktı. Bunun sebebini Hezaren'e sorduğumda,"Evet,işte bilirsin bizde de nüfus artışı var" dedi yanağını ısırarak. Bu lafı beni çok güldürmüştü. Etrafıma bakındım, ancak bu oda çok beyazdı. Adeta gözlerim kamaşıyordu. Her bir sıra demirden oluşuyordu. Sandalyelerimiz bile demirdi. Sıra sıra dizilmiştik ve kazanlar ile garip otlar da demirden masamızın üzerindeydi. Kazanın altındaki ateş ufak ufak yanıyordu. Kapının tokmağı oynadı. İçeri eğitmen Miskokan girdi.Sinir ve talaşla en baştaki demir masanın önündeki sandalyeye oturdu. Tabi ki oturmazdan önce masayı sildi. Biz birbirimizin yüzüne komiklikle bakıyorduk.
"Evet sevgili hanımefendiler hoş geldiniz. Ben Bayan Miskokan.İlk dersimiz sihir bilimi dersi. Ve size birkaç soru yönlendirmek istiyorum, önceki dersten aklınızda kalanlar olmuş mu bakalım?" dedi ve sorularına başladı. İlk sorum şudur. Bitkiyi toprağa dönüştürme sihrinde kullanılan tek etin adı nedir dedi. O sırada, siyah giyimli, siyah rujlu bir kız ayağa kalktı ve cevap verdi; "Tabi ki unicorn etidir efendim" dedi. Bayan Miskokan, onaylar anlamında başını salladı ve devam etti. "Peki suyu ateşe, oradan da akbabaya dönüştürmek için ne kılı kullanılır?" O sırada sihriminilerden biri ayağa kalktı ve, "Kirpi kılı" diye cevap verdi. Bayan Miskokan kafasını salladı ve, "Doğru" dedi. Sonra bir soru daha sordu. Soru ise şuydu, "Peki bütün bu dönüşümleri gerçekleştirmek için kullanılan sihirli sözcük nedir?"dedi.Herkes el kaldırıyordu. Sanırım bu çok kolay bir soruydu. Ben ise sıkıntıyla bu sorunun atlatılmasını bekliyordum.
O sırada bayan Miskokan, "Evet küçükhanım seni dinleyelim" dedi bana bakarak. İşte yine yerin dibine girmiştim. Biraz terledikten sonra, "Şeyy...Ben şey... Aslında ben Kaf Dağı Dilini tam bilmiyorum" dediğimde salondan bir kahkaha daha koptu. Eğitmen ise, "Bilmiyor musun? Peki derslerden nasıl geçebileceğini düşünüyorsun?" diye sordu ve sınıfa hakim olmak için, "Sessizlik!" diye bağırdı. Sonra sözlerine devam etti. "Dinle beni tembel peri kızı, kim olursan ol. Kaf Dağı Dilini bilmiyorsan benim dersimden asla geçemezsin. Çünkü iksiri ne kadar karıştırırsan karıştır, sihirli sözler olmadan o bir hiçtir" dedi. Ve o sırada Karamel ayağa kalkarak fütursuzca ekledi, "Dönn rötiiak deriz sayın eğitmenim" dedi. Eğitmen Miskokan, Karamel'e bakarak, "Bravo Karamel, aslında veliaht sen olmalıymışsın. Ah ne yazık periler diyarı bir tembelin eline kalacak. Neyse her an her şey olabilir" dedi ve hemen arkasını dönerek cümlelerini sürdürmeye devam etti.
" İlk dersimiz bundan 40 yıl önce uygulanan bir deney. Kaf Dağı kuralları gereği geçitler, kırk yılda bir açılarak tüm çakralarının güçlendirilmesi sağlanır. Bu sürede Ay renk değiştirir. Yani Ay, 4 gece boyunca pespembe kalır. Geçit mühürlemek Ay'ın görevidir. Eğer Ay bu görevini yapmazsa geçitler yıpranır. Bu zamanda,yukarıdan aşağıdan içten ve dıştan tüm geçit açık olur. Eğer geçit güçlenmesi sağlanmazsa geçitler çökebilir ve Dünya ile Kaf Dağı arasında gidiş geliş kesilebilir. Okul yönetimi; okul müdürümüzün de onayı ile geçidin güçlenmeye ihtiyacı olduğunu ve kırk yıllık sürenin de dolduğunu düşünerek bu günün ilk saatini buna ayırdı. Bugünden itibaren kırk yıl boyunca bu deney yapılamaz. Zaten yapılsa da tutmaz. Siz çok şanslısınız ki bu deney bu sınıfta şu anda yapılacak. Yoksa sadece teorik olarak öğrenecektiniz. Şimdi bu deney için kitaplarınızın on beşinci sayfasına bakınız" dedi.
Üzgün ve sıkıntılı bir şekilde kitabı karıştırmaya başladım. Neden Kaf Dağı Dili gerekiyordu ki? Ne güzel herkesle anlaşabiliyordum. Bilim Dili de keşke konuşma dilimiz gibi kendiliğinden Kaf Dağı topraklarına girince düzelebilseydi. Ancak maalesef bu olumsuz durum varlığını koruyordu. Kitabı açtığımda hiçbir alfabeye benzemeyen garip şekiller görmeye başladım. Bırak pembe ay deneyi yazan sayfayı, pembenin p'sini bile bulamayacak durumdaydım. Neyse ki tam yanımda duran Hezaren bana yardımcı olarak deney sayfasını gösterdi. Hepimiz dikkatle pembe ay deneyini sağlayacak iksir malzemelerini kazana atmaya başladık. Bu deney neticesinde bu gece Ay ışığı pembeye dönüşecek ve deneyimizin başarıya ulaştığını tüm akademiye kanıtlamış olacaktık. Ancak şöyle bir kural vardı ki tek bir hata kabul etmiyordu. Yoksa Ay ışığı dönüşmezdi.
Eğitmen Miskokan hepimizin deneyini dikkatle inceliyor ve bana bakarken yüzündeki kibir okunuyordu. Sonunda deneyi tamamlamıştık ki, Eğitmen Miskokan sihirli sözcükleri tekrarladı. Bir dizi bilmediğim, Kaf Dağı Dili ile söylenen cümlenin sonunda derin ve tiz bir çığlık attı. O anda sınıf pespembe oldu ve çıkan bu ışık gökyüzüne değin ağacın dalları gibi uzandı. Eğitmen Miskokan, "Şimdi geceyi bekleyeceğiz. Bu deneyi ilk kez yaptığımı söylemem lazım. Yani tüm Kaf Dağı, Lamippas ve Zümrüdüanka bu pembelikle da sizin başarılı olduğunuzu da görecekler" dedi. Sonra tam önümde oturan Karamel'in yanına ilerleyip usulca kulağına fısıldadı. "Bu gece, sakın unutma, Karadul seni bekleyecek. Şafak sökmezden hemen önce." Ben, duyduğumu belli etmemek için kafamı yere eğmiştim, ama Karadul ile Karamel'in arasındaki alakayı çözemiyordum. Ama burnuma güzel kokular gelmediği kesindi. Ve emindim bu gece Karadul ile Karamel'in ne yapacağını kesinlikle öğrenecektim.
Şöyle bir düşünelim bakalım...
İki düşman ülke var. Lamippas ve Zümrüdüanka.
Karadul, Lamippas'tan cadı bir öğretmen. Karamel ise Zümrüdüanka'nın varisi.
Şafak sökmeden ne konuşacak olabilirler ki? Hem, Eğitmen Miskokan ne alaka?
Tek bilinmeyenli denklemden, çok bilinmeyenli denkleme doğru gidiyoruz arkadaşlar:)
Bakalım kördüğüm nerede çözülecek?
Yeni bölümde görüşmek üzere, hoşçakalın.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ALTIN ASALI EJDER
FantasyDüşünün ki; anneniz gözlerinizin önünde ölmüş, Dünya'da yapayalnız kaldım derken, bir anda babanızın yaşadığı söyleniyor size. Ama babanız, Kaf Dağı'nda bulunan, Zümrüdüanka Ülkesi'nin kralıymış. Ve siz kimsesiz kaldım derken; aslında hiç bilinmeyen...