50.BÖLÜM KANA BULANAN GÖKYÜZÜ

117 22 1
                                    

     Görevliler,emegenlerin buraya gelmesinden korkmuş ve dediğimi hemen yaparak beni dışarı çıkarmışlardı. Karamel de hemen arkamdan çıktı. "Sağ ol kardeşim, senin bağırıp çağırman olmasa asla bu zindandan kurtulamazdık" dedi gözlerini kısarak, sonra yanıma yaklaştı, kulağıma eğildi ve kısık sesle, "Hadi tatlım görüşürüz. Seni bilmem ama ben Lamippas ordusunun başına gidiyorum. Bu kadar hazırlığımın boşuna gitmesini istemem güzelim. Hadi bay bay" diyerek hızla uzaklaştı. Ben de hızla koşarak yukarıya çıktım. Şimdi neresi olursa olsun burasından güvenliydi. Hemen odama gitmeli uçuş kıyafetlerimi giymeliydim. Çünkü nasıl bir tabloyla karşılaşacağımı bilmiyordum. Ayrıca yıldızlı sihirli değneğim da odamdaydı. Her ne kadar sihir yapabilmek için çok fazla Kaf Dağı Dilinde sözcük bilmiyor olsam da silahsız kesinlikle dışarıya çıkamazdım. Hızla odamın kapısının önüne geldim ve içeriye buharlaştım. Merdivenlerde kimseyi görmemiştim. Demek ki henüz saraya girememişlerdi. Ancak odamın penceresinden dışarıdaki felaketi görebiliyordum.

     Ellerimi ağzıma kapattım. Zümrüdüanka'nın yeşil göğü kanla bulanmıştı. Kızıl gökyüzü siyah bulutlarla bezenmişti. Gökyüzünden aşağıya ateş yağıyordu. Periler ucu zümrüt yıldızlı sihirli değnekleri ile sarayın etrafına koruma sihri yapmışlar,ancak karabüyücüler bu büyüyü yıkabilmek için yakut değneklerinden güçlü parlak kırmızı renkte ışıkları saraya atıyorlardı. Kertenkeleler kimi perileri yaralamış kimilerini öldürmüştü. Gözlerime inanamadım! Dışarıda çocuk periler de vardı. Bir iki tane yerde yatan ölü peri görmüştüm. Bir anda gözlerimden yaşlar boşaldı. Arkadaşlarım... Acaba onlar hala yaşıyorlar mıydı? Peki babam? O da görünmüyordu. Periler zırhlarını giymiş, yukarıda uçarak cadılarla ve emegenlerle savaşmaya çalışıyorlardı. Ölüler topraktan hızla yukarıya çıkıyordu ve ellerindeki baltalarla bazı sihriminileri kestiklerine şahit oluyordum.

     Çok korkuyordum. Kalbim yerinden çıkacak gibi çarpıyordu. Daha fazla vakit kaybetmeden hemen uçuş kıyafetimi giydim. Üzerine de güçlü bir çelik yelek geçirdim. Elime de ucu zümrüt yıldızlı sihirli değneğimi aldım. Gitmezden önce gözüm etajerimin üzerinde duran bronz küreye ilişti. Elime onu aldım anneciğimin mezarını izledim. Orası ne kadar huzurluydu. Bu kargaşanın içinde onun mezarında onunla dertleşmek isterdim. "Anne" dedim,"Babam savaşa gitti. Ben de şimdi ne olacağını bilmeden onun yanına gideceğim. Seni çok seviyorum. Olur da yanına gelirsem beni sımsıkı kucakla olur mu?" diye ağlamaya başladım, yüreğimde küçük bir çocuğun kalbi ile. Sonra daha fazla gecikmeden küreyi yerine koydum ve dışarı çıktım. Aklımda kendimi korumak adına çokça sihir yoktu. Sadece birkaç kelime geliyordu aklıma. Ama olsun yine de savaş meydanına gidecektim. Babamı,Okyanus'u merak ediyordum. Ayrıca o kargaşada prenses olduğumu kimse bilmezdi. Hızla aşağıya sarayın çıkış kapısına indim. Uğraşmama rağmen dış kapı açılmıyordu. Pencereden çıkmaya karar verdim. Pencerelerden birini açtım ve bahçeye atladım. Ancak sarayı kaplayan koruma sihrini bir türlü kıramıyordum.

     Karabüyücülerden bir tanesi beni fark etti. "Orada" dedi, "Veliaht orada!" Hepsi bir anda aynı noktaya sihir yapmaya başladılar. "Yoggittane a wrutiabas" diye bağırıyorlardı. Ve bunu yılanımsı bir tıslama ile yaptıklarından çok ürkütücü bir ses ortaya çıkıyordu. Ben çok korkuyordum. Kalkan da yavaş yavaş incelmeye başlamıştı. Periler, onların kırmızı sihirlerine karşı yeşil ışıklı sihirler yaparak kalkanın zayıflamasını önlemeye çalışıyorlardı. Bu kargaşada Baki geldi ve yüzlerce büyücüyü tek yumruğu ile yerle bir etti. O kadar iri ve güçlüydü ki,diğer emegenlerden farklı olarak yarı cadı olduğundan hem güç hem de koordinasyonlu hareketle yüzlerce büyücüyü yere devirmişti.

     Periler incelen kalkanı onardılar. Baki koşarak yanıma geldi. "Prensesim senin burada ne işin var? Kendini öldürtmeye mi çalışıyorsun" diye bağırdı. Ben sesimi yükselterek babamı ve arkadaşlarımı merak ettiğimi söyledim. Baki, "Prensesim babanız da arkadaşlarınız da iyiler. Ancak sizin burada olmanız hiç güvenli değil. Ama artık sarayda olduğunuz da anlaşıldığında sığınağa giremezsiniz.Hem Prenses Karamel nerede?" diye sordu. Ben,"Onu boşver, zaten onları buraya çağıran da o değil mi? Eminim Lamippas'a destek olmaya gitmiştir" dedim sinirli bir ses tonu ile. Ancak dışarıda o kadar gürültü vardı ki birbirimizi duymak imkânsız bir hal alıyordu. Baki, "Prensesim sarayın arka tarafına gelin" diye bağırdı. Ben sarayın duvarlarına yaslana yaslana sarayın arkasına kadar yürüdüm.

      Baki yanına, Kar anneyi ve Mızrak Atmaca'yı da alarak kalkanın bir kısmını zayıflattı ve ben zayıflayan kısımdan dışarı çıktım.Kar Anne,"Prensesim burada ne işiniz var?Bu çok çetin bir savaş, siz gizlenmeliydiniz" dedi. Tam konuşması bittiği sırada Kar Anne, dikkati ile ateşten yerde sürünen yılanları fark etti. O pis Cadı Çakıl, dev kavak ağacının arkasına sığınmış kıs kıs gülerek bizi yok etmeye çalışmak için sihir yapmıştı. Kar Anne hemen, "Seni ukala cadı şimdi görürsün sen!" dedi ve yılanları gerisin geriye Çakıl Cadı'ya doğru gönderdi. Çakıl Cadı,kendi silahı ile vurulmuş, yılanlardan kaçacak delik aramaya başlamıştı. Mızrak Atmaca o sırada, "Tebrikler Kar Anne, biz fark edememiştik. Bu arada prensesim burada ne işin var? Olacaklardan haberin olmalı. Bunun senin için ne kadar tehlikeli olduğunu bilmiyor musun?" dedi bağırarak.

     Dışarıdaki gürültü, emegenlerin uğuldamaları,dev yarasalarının bağırmaları ve cadıların çığlıkları tüm Zümrüdüanka'yı etkisi altına alıyordu. Ben, "Biliyorum sizi anlıyorum ancak babamı ve arkadaşlarımı merak ettim" dedim. O sırada kafama doğru bir ateş topu geldi. Kertenkelelerden bir tanesi bana ateş püskürtmüştü. Tepesinde de Lamippas'ın yeni yargıcı eski eğitmeni, Eğitmen Kozalak vardı. "İşte burada! Yok edin onu emrediyorum!" diye ölüleri bize yöneltti. Saçlarım, dev yarasaların kemirmeleri ile koparken beni bir korku almıştı. Baki hemen karşıdaki ağacın yanında duran bir kova rüzgarı başımdan aşağıya boşalttı. Yarasalar rüzgarın şiddeti ile dağıldılar. Mızrak Atmaca elindeki sihirli değneği ile ölüleri bir bir öldürürken,Baki, dev yarasanın üzerinde bulunan Kozalak'a saldırdı. Onu bir iki hamlede yere serdi ve yarasasını da önce arkasına geçip sonra da kafasına çıkarak öldürdü. Baki gerçekten hem güçlü hem de akıllı bir emegendi. "Hadi dedi seni buradan götürelim." Mızrak Atmaca ve Kar Anne ben giderken savaşmaya devam ediyordu. Binlerce savaşan ölülere yöneltilen sihir sözleri ve çığlıkları Zümrüdüanka'nın mavi göğünün kızıllığında inliyordu.

     Bir yandan arkama bakıyor, bir yandan da nereye gittiğimizi anlamak için elimden tutan Baki'yi takip ediyordum. Her yer kızıllıktı. Her yer savaş... Bastığım toprak bile gevşemiş, adeta çukur dolu bir tuzak olmuştu. Baki beni hızla babamın çadırına götürdü. Babam savaş ortamının biraz gerisinde binlerce koruma ile bir çadırda Zümrüdüanka ordusunu yönetiyordu. Beni görür görmez telaşlandı. "Kızım senin burada ne işin var? Hem saçlarına ne oldu?" diye korku dolu gözlerle bana bakıyor, sonra da Baki'ye,beni buraya neden getirdiği ile ilgili hesap soruyordu. Ben, Baki'nin suçlu olmadığını, tüm suçun bende olduğunu; ayrıca Karamel'in Lamippas ordusunun başına gittiğini, artık onun da düşman tarafına geçtiğini anlattım.

     Babam yere çömeldi.Gözlerindeki duygunun tam adı hayal kırıklığıydı. "Onu..." dedi, "Yıllarca onu korudum. Annesinin yokluğunu hissetmesin diye uğraştım. Hatta senin yanına gelemememin bir sebebi de onu babasız bırakmamaktı. Ama o ne yaptı? Aynı annesi işte! Cadıdan melek çıkmaz! Ne kadar onu terbiye etmek için uğraştıysam da boş. O yine bildiğini okuyor. Beni ezip geçiyor. Neyse,biz önümüze bakalım kızım" dedi doğrulup bana sarılarak. "Sen çadıra geç. Bizim Başgeneralle işlerimiz var" dedi.

     Ben kekeleyerek "Şey.. baba" dedim. Babam başını geriye çevirerek, "Evet seni dinliyorum meleğim" dedi. Ben,"Şeyyy..." diye başladım cümleme, "Şeyyy... Arkadaşlarımı merak ettim de.Papatya, Hezaren, Şimşek ve şeyyy... Okyanus'u. Acaba onlar iyiler mi neredeler?" diye sordum. Babam hafif gülümseyerek,"Merak etme tatlım. Onlar gayet güvenli biri yerdeler. Tüm kraliyet üst görevlilerinin aileleri demirden yapılan yer altı sığınağında. Yani ormanın altındaki mağarada saklanıyorlar. Sen içini ferah tut" dedi. Ben huzur dolu bir gülümseme ile babama baktım ve,"Tamam babacığım bu beni çok rahatlattı teşekkür ederim. Yani arkadaşlarım... Yani... Onun için onları merak ederim de yoksa..." diye sanki anlamasın diye özel bir çaba gösterirken saçmalamaya başladım. Ancak babam anlamış olmalı ki muzip bir gülümseme ile, "Arkadaş... Tabi anladım kızım. Hadi bakalım şimdi çadırına" dedi.

Herkese merhaba arkadaşlar.

Savaş devam ederken, Zümrüdüanka da boş durmuyor.

Bakalım bu savaşı kim kazanacak?

Okumaya ayırdığınız vakit için teşekkür ederim.

Yeni bölüm hafta sonu gelecek, kendinize iyi bakın. 

ALTIN ASALI EJDERHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin