Hemen odama girdim, kapımı kapattım. Masamın üzerinde duran zümrüt yıldızlı sihirli değneğimi aldım. Gökyüzüne yeşil bir ok gönderdim. Altına da, "Yeni Zümrüdüanka'ya hoş geldiniz, Kraliçe Karamel" diye yazdırdım yeşil parlak renkte. Halk bunu kendisi için bir hitap zannetmiş, bizimkiler de mesajı almıştı. Balo kıyafetimi çıkardım. Savaşta rahat hareket edebilmek ve alttan ne giydiğimin belli olmaması için için kırmızı eşofmanımı giydim. Saçlarımı sımsıkı atkuyruğu yaptım ayaklarıma siyah desensiz spor ayakkabılar giydim. Üzerine de kırmızı pelerinimi geçirdim,önünü bağladım ve kırmızı kukuletamı da yüzüm görünmeyecek şekilde kafama taktıktan sonra kolyemi görünsün diye pelerinin dışına çıkardım. Eşofmanımın bacak kısmına sihirle bir silahlık yapmıştım. İki zümrüt hançer bir de sihirli değneğim için. Artık hazırdım. Küremi de cebime koyup saray meydanına yöneldim.
Kraliçe Gece ile saray meydanında karşılaştık. O zavallı, hiçbir şey anlamadığından çok gösterişli giyinmişti. Ayaklarımdaki spor ayakkabıları görünce, "Hayırdır tatlım?Yürüyüşe mi gidiyorsun?" diye sordu. Ben, "Hayır tabi ki,sadece ayaklarım dans etmekten su toplamış. Ben de rahat etmek için bunları giydim" dedim. O da alaycı bir şekilde tepeden bakarak, "Geçmiş olsun kraliçem" dedi. Meydandaki tahtlarımıza çıktık. Herkes siyah pelerinli ve kırmızı kukuletalıydı. Kraliçe Gece, Kaf Dağı Dili'nde karabüyü kitabını eline aldı. Önce ufak, sonra da gittikçe dalgalanan bir sesle sözleri tekrarlamaya başladı. Bir süre sonra sesi göğe çıktı. Yılan dili tıslamaya, üzerinde bir bulut oluşturmaya başladı. Sonra tüm Kaf Dağlı'lar ellerini yere koyarak "Dotyunabea ooo dotyunabea Lamippas Lamippas" diye bir müzikle ayin oluşturdular. Yaklaşık bir saat bu ayin devam etti.
Tam ayin sona ermek üzereyken onlar göründü. Onar onar içeriye giren sonra sayısı binleri bulan peri ve sihriminiler, kıyafetleri ve kukuletaları ile Lamippaslıları ülkesine göndermeye gelmişlerdi. Lamippaslılar ayinden o kadar kendilerinden geçmişlerdi ki arkalarındaki binlerce peri ve sihriminiyi görmemişlerdi bile. Ayin bittikten sonra herkes evlerine dağılıp dinlenmek üzere arkalarına döndü. Aslında işin güzel kısmı da buydu. Tüm gece yorulmuşlar ve savaşacak halleri kalmamıştı. Ayrıca pembe ay da geçmiş, ay eski beyazlığı ile göğü süslüyordu. Yani yenilmeye mahkûmdular. Başgeneral sert bir şekilde, "Saldırın Zümrüdüankalılar!" diye bağırdı ve ayin kıyafetlerinin altında binlerce Zümrüdüankalı, silahlarla Lamippaslılara saldırdılar. O kadar güçlü bir saldırıydı ki bu. Güçlü sihirler ve ardından gelen zümrütlü hançer darbelerine hiçbiri dayanamıyordu. Ortalıkta damarlarından akan bordo kanla binlerce ölü Lamippaslı vardı. Sadece onlar da değil, saf değiştiren peri ve sihriminilerin hepsi bu savaştan nasibini alıyorlardı.
Kraliçe Gece beni sert bir şekilde kolumdan tuttu. "Yılan" dedi, "Hain yılan! Bu ayin yalandı. Senin bizim safımızda olduğun da yalandı. Sana bir taht, bir ülke vaat ettim bedeli bu mu olmalıydı? Güya yeğenim olacaksın seni alçak!" dedi tıslayarak. Ben, eline bir tırnak geçirerek kolumu elinden kurtardım. "Ülke ha! Ne ülkesi? Sen kimi kandırdığını zannediyorsun?" dedim sert bir dille. "Beni aradan çıkarıp tüm Kaf Dağı'nı kızınla yönetmeye çalıştığını da, zavallı anneciğimi zehirleyerek öldürdüğünü de, hain planlarının hepsini de duydum. Sen bundan sonra benim baş düşmanımsın. Evet, bu savaş benim fikrimdi. Zümrüdüankalıları ben organize ettim. Şu anda pembe ay deneyini de yapamazsınız. Geçitler kapalı. Ölüler de size yardım edemeyeceğinden Zümrüdüanka'nın gücü ile baş edemeyeceksiniz ve geldiğiniz yere gönderecekler sizi. Tabi babacığımı da kurtardıktan sonra, eski düzeni kuracak ve seni; hem kralı,hem kraliçeyi, hem de prensesleri öldürme teşebbüsünden yargılayacağız Gece Cadısı! Kendine kaçacak yer bul!" dedim.
Kraliçe Gece bir anda tırnaklarını yüzüme geçirdi. Çığlığım göğü inletmişti. Bu nasıl bir acıydı. Suratımın sol kısmı kanlar içinde kalmıştı. Ben ucu zümrüt yıldızlı sihirli değneğimi çıkarıp onunla savaşmak için "buzzireava" sihrini yaptım. Bu onun ateş kanını donduracak güçlü bir sihirdi. Sihirli değneğimden çatal çatal buzlar çıkıp onun bedenine doğru saldırdılar tıpkı buzdan bir yılan gibi. O da "allevireava" sihrini yaptı.Bu da o sihrin tam tersi bir sihirdi. Ucu ateşli sihirli değneğinden şimşek şeklinde alevler çıkarak benim buzlarımı eritmek ve beni yakıp kül etmek için tüm alevleri üzerime gönderdi. O, benden daha güçlüydü. Buzdan yılanlarımın başları erimişti. Onun şimşeği alev alev yaka yaka ilerliyordu ki Okyanus;Kraliçe Gece'nin dikkatini dağıtmak için görüş hizasına elindeki sihirli değneği ile kocaman bir kaya fırlattı. Gece'nin bir anlık dalgınlığı şimşeğinin havada bir kar tanesi misali donmasına sebep oldu.
Kraliçe Gece,bir anda sinirlenerek değneğini Okyanus'a yöneltti. "Seni zavallı peri çocuğu. Sen kimsin de benim sihrime engel olursun!" diye tıslaya tıslaya ona doğru yürüyordu. Okyanus bir hamle yapacakken bir anda bir kahkaha attı ve, "Siz kiminle dans ediyorsunuz farkında değilsiniz. Karamel bu dans, gece yaptığın dansa benzemez tatlım" dedi ve üçümüzü de bir el hareketi ile kırmızı bir kalkan içine aldı. "Önce hanginizden başlasam acaba?" dedi, sinirden alev alev parlayan gözleri ile. Ben, "Onu bırak derdin benimle!" dedim. Okyanus, "Hayır Karamel, bırak ne yapabiliyorsa yapsın. Yenilmeye mahkumlar" dedi sesindeki cesareti gizlemeyerek. Gece, bir kahkaha daha atarak, "Ha ha ha sizi saf aşıklar, İkinizi de aynı anda kül etmek, küllenen ateşinize iyi gelecektir" dedi ve koca bir alev topunu üzerimize gönderdi. Sihirli değneklerimiz kalkanın dışında kalmıştı. Tam o anda gökyüzünden düşen beyaz bir tüy tanesi o koca kalkanı kırmaya yetmişti. Biz de ne olduğunu anlamadan etrafı bir ışık kümesi sardı ve kırmızı kalkan kalktı.
Kırmızı kalkan kalkar kalkmaz büyük bir yıldırım koptu. Biz Okyanus'la el ele kaçtık ve ilerideki yarısı erimiş büyük kayanın olduğu yere sığındık. Elleri elimdeydi, alnında bir tomar ter vardı. "Gitmişler midir?" dedi meraklı bir sesle. Ben elini bırakmayarak, "Umarım daha oradadırlar. Bu olay hiç olmazsa seni bana yakınlaştırdı" dedim. Okyanus, "Bak Karamel, bunu daha önce konuşmuştuk seninle. Lütfen daha fazla uzatma biz sadece aynı taraftayız. Şimdi kralımızı ve prensesimizi kurtarma zamanı. Hadi bana yardım et" dedi. Ben, "Doğru haklısın" deyip onlara zindanların yerini söyledim.
Ancak zindan sarayın altındaydı. Saray da çatışma altındaydı. Oraya gitmemize imkân yoktu. Okyanus'la sırt sırta vererek etrafımıza "buzzireava" sihri yapa yapa ilerledik. Giderken Mızrak Atmaca'nın bir cadı tarafından, hem de eski karısı olan cadı tarafından öldürüldüğünü gördüm. Mızrak Atmaca bir karabüyücü ile savaşırken eski karısı ona sırtından iki yakut hançer göndermişti. Mızrak Atmaca oracığa yığılmış ela gözleri açık şekilde hayata veda etmişti. Ne vahşetti bu böyle. Biz bu korku ile sarayın önüne geldik ve aralanan kapıdan içeri girdik. Okyanus, "Mızrak Atmaca öldü, gördün mü?" diye sordu. Ben, "Evet gördüm.Hem de eski karısı tarafından öldürüldü. Keşke işler bu kadar büyümeseydi" dedim. Okyanus, derin ve anlamlı bir bakış fırlatarak "Keşke... Keşke daha erken aklın başına gelseydi" dedi. Ben, "Bak pişmanım zaten. İçimdeki kazana bir odun da sen atma. Hadi şu kurtarma işimize bakalım" dedim ve adımlarımızı hızlandırarak zindana indik.
Babam ve kardeşim zindandaydı. Çıkan savaştan dolayı zindanda bekçi de yoktu. Yani herkes can korkusu ile kaçıp gitmişti. Cadı kanından olmamın faydasını görerek asamdan yakuttan taşlarla ufak ufak çıkan kilit açma sihrini kullandım ve parmaklıkları kırarak kardeşimle babamı kurtardım. Babam dışarı çıkar çıkmaz Okyanus'a sarıldı. Tabi ki Jale de öyle. Ben sanki yanlarında bir gölge gibiydim. Babamın ellerinden tuttum. O, ellerini bana vermeye niyetli değildi. Elini elimden çekti. "Ne istiyorsun git yanımdan!" dedi sert bir dille. Ben, "Beni affet baba.Canım babam her şeyi öğrendim. Annemi o Cadı Gece'nin öldürdüğünü, sana nasıl eziyet ettiğini her şeyi geç de olsa öğrendim" dedim ve ona olanları anlattım. "Sizi öldürmesini engellemeye çalıştım onun için sizi zindana attırdım. Neyse ki çok zarar görmemişsiniz, hala hayattasınız" dedim.
Babam, "Evet ya çok zarar görmedik şuraya bak seni hain evlat!" dedi ve boynunun arkasındaki yarıkları gösterdi. Ayrıca her yeri dayak yediği için yara içindeydi. Hem Jale'ye hem ona eziyet etmişlerdi.Yanık izlerini görünce kendime lanet etmiştim. Bu ben miydim? Babamı kardeşimi bu duruma sokan ben miydim? Kendimden bir kez daha nefret etmiştim. Ama neyse hala hayattaydılar, bu da bir şeydi. Artık zamanı geriye alamazdım. Şimdi önüme bakmalı ve babamla kardeşime kendimi affettirmeliydim. Babama sımsıkı sarıldım. "Babam..." dedim, "Ben yaptıklarım için çok pişmanım. Dışarıda şu anda bir savaş var. Ve... Ve... Bu savaşı çıkaran benim. Zümrüdüanka'nın eski duruma dönmesi için o Kraliçe Gece'yi arkasından bıçakladım. Ona planlar kurdum ve kendimi Zümrüdüanka'ya adadım. İnan ben de hem senin hem Zümrüdüanka için ölürüm, ne olur beni affet. İnan bambaşka bir Karamel'le karşılaşacaksın" dedim ve onun omzunda ağlamaya başladım.
Bir yandan üzücü diğer yandan da sevindirici bir bölüm oldu arkadaşlar.
Bir sonraki bölüm hafta içi gelecek.
İlk kitabın finali olmak üzere.
Sadece birkaç bölüm kaldı.
Yeni bölümde görüşmek üzere.
Okumaya ayırdığınız vakit için teşekkürler.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ALTIN ASALI EJDER
FantasiDüşünün ki; anneniz gözlerinizin önünde ölmüş, Dünya'da yapayalnız kaldım derken, bir anda babanızın yaşadığı söyleniyor size. Ama babanız, Kaf Dağı'nda bulunan, Zümrüdüanka Ülkesi'nin kralıymış. Ve siz kimsesiz kaldım derken; aslında hiç bilinmeyen...