"Suçludur yargılanmalı!" diye bağlıyordu Başyargıç. Onun Lamippas'a meraklı olduğunu bilmeyen yoktu zaten. Ben, lazerli parmaklıklar ardında kendimce akıbetimi bekliyordum. Ne komikti. Herkes beni merak etmişti. Eziyet gördüğümü sandıklarında, ben kraliçeler gibi ağırlanıyordum. Sanık parmaklığında Jale sessiz bir şekilde duruyordu. Onun bu zavallı halini görmek ne kadar da onur vericiydi. Sonunda kurtulmuştum. Az kalmıştı. Artık eskisi gibi ilk planda olacak ve o kardeş olacak kızdan kurtulacaktım. Hem de herkesin önünde masum bir imaj çizdiğimden Okyanus'umu yeniden kazanma şansım olacaktı. Bir an etrafıma baktım. Burası çok büyük, görkemli bir salondu. Duvarda kocaman meşaleler vardı. Bu meşaleler uçsuz bucaksız salonu aydınlatıyorlardı. Tavan çok yüksekti ve tavanda dev bir ayna vardı. Tam 6 tane Kaf Dağlı yargıç çok yüksek olan koltuklarında oturuyorlardı. Üçü Lamippas'tan üçü Zümrüdüanka'dandı bu yargıçların. Daha aşağıdaki koltukta ise de biri karabüyücü biri sihrimini konuşulanları yazıyordu. Salonda yüzlerce misafir dinleyici koltuğu vardı.Ne de olsa burası yüksek bir mahkemeydi.
Gözlerim onu çok aradı ama bulamadı. Okyanus'u görmek neredeyse imkânsızdı. Çünkü hem Zümrüdüanka'dan hem de Lamippas'tan bir sürü Kaf Dağlı gelmişti. Bizim tarafta üç onların tarafında üç olmak üzere toplam altı Kaf Dağlı avukat kendi tarafını savunurken biri karabüyücü biri de sihrimini iki Kaf Dağlı savcı da yerlerinde oturuyorlardı. Şu anda aklım demin düşündüğüm bir cümleye takılmıştı. Hani dedim ya bizim taraftan ve onların tarafından diye...Acaba onların tarafı kim? Bizim taraf kim? Ben neredeyim? Tam olarak tarafım neresi bunu bilmiyordum. Bilmek de istemiyordum açıkçası. Sadece bana biçilen rolü oynayacaktım. Bu rol Zümrüdüanka'nın varisi, yeni kraliçesi olmak ve Okyanus ile evlenip ülkemi yönetmekti. Adeta gözüm başka bir şey görmüyor, sadece rolüme odaklanıyordum.
Babamın yüzünden annemin ölmüş olmasını içime sindiremiyor; bana bakan şefkatli bakışlarını görmezden gelerek olayları izlemeye devam ediyordum. Zümrüdüanka Ülkesi'nin savcısı sihrimini, söz alarak Yargıç Bilgiç'e cevap verdi. Bu sihrimini, uzun sivri burunlu, kemikli ince yüzlü ve yaşlı bir sihrimini idi. Zümrüdüanka amblemli cübbesinin altında sarı ceket pantolon takımı parlıyordu. "Hayır sayın Bilgiç" dedi sert bir sesle. "Sizin de Zümrüdüanka'yı tanıdığınız gibi bir veliaht asla ülkesini savaşa sokacak bir şey yapmaz. Siz de yıllarca Zümrüdüanka Ülkesi'nin Başyargıçlığını yaptınız değil mi?Bunu daha iyi bilmeniz gerekir" dedi. Başyargıç Bilgiç, yani Papatya'nın babası, taraf değiştirmiş ve saflarımıza katılmıştı. Bu belli oluyordu. Bu durumda kazanmamamız imkansızdı. Çünkü onlar, dördün karşısında iki kalmışlardı. Lamippas Ülkesi'nin savcısı ise Eğitmen Kozalak'tı. Eğitmen Balpekmez konusunda verilen talimatlara uyması neticesinde bize bağlılığını kanıtlamıştı ve bu önemli görev de Kraliçe Gece tarafından ona verilmişti. Daha önce bir peri tarafından aldatıldığından perilerden nefret ediyordu. Hatta Karadul'un dediğine göre Kozalak,Balpekmez'i göle kurban etmişti. Bunu biri yapmalıydı.Çünkü Kraliçe Gece ile buluşmamız için gölün altındaki kayaların kalkması gerekiyordu. Kayalar da ancak bir kurbanla kalkardı. Balpekmez de Karadul'un peşini hiç bırakmadığından durumdan haberdar olabilir diye bir taşla iki kuş vurmuştu Kozalak.
Kendinden emin bir şekilde ayağa kalkan Kozalak söz almış, kızgınlıkla Jale'yi suçluyor, kendilerini savunuyor, Jale gelmezden önce böyle olayların yaşanmadığını göstererek onun en ağır cezayı almasını istiyordu. Söz Jale'ye verildiğinde Jale, ilginç bir şekilde kendisini hiç savunmadı. Yargılanacak, zindana atılacak, taç falan giyemeyecek belki de canından olacaktı. Ancak onun sanki umurunda bile değildi. Umursamaz bir şekilde cevap vermek istemediğini söylüyor, ağzını bıçak açmıyordu. Ayrıca Zümrüdüanka Ülkesi'nin avukatları da güçlü savunmalar yapmıyorlardı.Bu işte bir gariplik vardı. Babam parmaklıklar arasındaki benden gözünü ayırmıyor, ancak biraz sonra belki de canından olacak biricik veliaht kızına gözünün ucuyla bile bakmıyordu. Bunun açıklaması ne olabilirdi?
Kafam karışmıştı, bu karışıklığı çözemeden karar çıktı. Yüksek yargıçlar Jale'nin suçlu olduğuna karar verdiler. Onun susması suçunu kabullendiği anlamına geliyordu. Ayrıca Zümrüdüanka Ülkesi'nin savunması da çok cılızdı. Evet, Jale suçluydu ve cezalandırılacaktı. Hem de zindanda büyük yangında suçlanan cadılarla aynı yerde ceza çekecek orada yatacak, yıllarca eziyet çekecek ve taç giymek bir yana dursun gün yüzü göremeyecekti. Evet başarmıştım. Ancak neden bu kadar mutsuzdum. Ondan kurtulmuştum. Şimdi o zindana gidecek ben de veliaht ve masum prenses olarak ülkeme,sarayıma dönecektim. Ama içimdeki vicdan azabının derin çukurunda tepinen küçük kız çocuğu dipten yakarırcasına bağırıyordu. O senin kardeşin! diye. Bunu kabullenmek istemesem de,rota gemiyi başka yere sürüklese de o benim kardeşimdi. Ancak artık her şey bitmişti.
Emegenler, Jale'yi alıp götürüyorlardı. Ama çok tuhaftı.Babam sesini çıkarmadan, "Peki Prenses Karamel?" diye bağırdı. Yüksek mahkeme,rehine olan beni serbest bıraktığını söyledi. Babam koşarak yanıma geldi,emegenlerin,parmaklığı lazer anahtarla açmasını bekledikten sonra hasretle bana sarıldı. "Meleğim, canım kızım seni kurtardık sonunda" diye öptü kokladı beni. Ben şaşkın şaşkın babama bakıyordum. Hemen yanımızdan Jale,emegenlerin kollarında zindana atılmak üzere gidiyordu. Ne bağırıyor ne de yardım istiyordu. Babamın da umurunda bile değildi.Daha dün veliahdım da veliahdım dediği Jale'si zindanda çürümeye gönderilirken o bana sarılmış ağlıyordu. Ben bir anda babamı ittim. "Kızın!" dedim,"Veliahdın demin yanımızdan emegenlerin kollarında geçti gitti. Senin umurunda bile olmadı baba bu çok anlamsız. Bunun sebebi ne?" diye sordum. Babam, "Tamam sessiz ol her şeyi anlatacağım sana" dedi ve beni apar topar yanına alarak yüksek mahkemeden çıktı.
Hemen Zümrüdüanka'ya geldik uçan halıyla. "Sonunda kurtardık seni benim güzel meleğim" diye sarıldı babam bana. Ben, onun bana sarılmasını istemiyordum. Doğru ya onunla bir hesaplaşmamız vardı. Ona annemin ölümünü soracaktım. Onu nasıl öldürdüğünü kendisi anlatacaktı bana. Sonra da biricik veliahdını gözünden nasıl çıkardığını anlatacaktı tek tek. Ama şimdi değil, bu kalabalıkta değil,Zümrüdüanka Ülkesi'nin tamamına yakın kısmı uçan halılarla gökyüzünden arkamızdan gelirken; bizim halıda da büyük periler ve sihriminiler varken değil.
Her şeyin bir zamanı vardı.Tek kelime bile konuşmadım o yüzden. Ama babam sorularıma kendisi cevap verdi bile. Tahmin etmeliydim! diye kendi kendimi yedim. Kahretsin! Yine planlarımız yerle bir olmuştu. O, Jale değil dünyadaki kopyası idi. Gerçek Jale sarayında ayaklarını uzatmış oturuyordu. Ben şüphelendim de; o kadar Lamippaslı nasıl anlamadı asıl şaşılacak olan buydu. Ama ne önemi vardı ki planlarımız suya düşmüştü. Eğitmen Karadul'a ulaşmam gerekti. Ona her şeyi anlatmalıydım. Bir saraya gitseydik... Ah şu halı faslı bir bitseydi...O zaman hemen odama kapanıp Karadul'a haber verecektim. Sonra da babam olacak Kral Altın Asalı Ejder ile hesaplaşacaktım.
Günaydın Prenses Karamel, maalesef fena kandırıldınız.
Siz planlar kurarken Zümrüdüanka Ülkesi'nin de bir planı vardı.
Bakalım şimdi ne yapacaksınız Lamippaslılar?
Değerli okurlarım ile bekleyip göreceğiz.
Bir sonraki hafta sonu görüşmek üzere.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ALTIN ASALI EJDER
FantasyDüşünün ki; anneniz gözlerinizin önünde ölmüş, Dünya'da yapayalnız kaldım derken, bir anda babanızın yaşadığı söyleniyor size. Ama babanız, Kaf Dağı'nda bulunan, Zümrüdüanka Ülkesi'nin kralıymış. Ve siz kimsesiz kaldım derken; aslında hiç bilinmeyen...