3.0

1.7K 306 166
                                    

Ne kadar kaldıklarını bilmiyorlardı fakat güneş artık terk ediyordu şehri ve sahilin kulaklarını bir telefon sesi çınlatıyordu.

Chan, soğuktan uyuşma raddesine varan elini cebine atarak telefonunu aldı. Ekrandaki ismi görünce de anne ve babasının dönüşünü tamamen aklından çıkardığını hatırladı.

"Efendim anne?" diye cevapladı telefonu, annesi eve gelip de kimseyi göremediklerine dair bir şeyler söylüyordu. Zaten evden de doğru dürüst haber alamamıştı şu bir haftadır, içi içini yemişti. "Biraz dışarı çıkmıştık anne, geliyoruz şimdi." deyip kapattı çabucak.

Aralarındaki adımları da kapatıp kardeşinin yanına ulaştı bu sefer, Minho da ardından geliyordu. Chan elini, kafasını dizlerine gömmüş olan kardeşinin omzuna atacakken ne kadar titrediğini fark etti. Soğuktu, üstüne üstlük paçaları hep ıslanmıştı.

"Hyunjin," dedi yumuşak bir tonda. "Gitmemiz gerek, annemler dönmüş."

Hyunjin, şu anda umursamak istediği en son şey buymuş gibi hissediyordu fakat kalmak istediğini söyleyecek gücü de bulamıyordu kendinde. O nedenle hiçbir şey söylemeden kalktı, arkasına bulaşan taneleri silkeledi ve ıslandığından dolayı ağırlaşan ayakkabılarıyla ilerlemeye başladı. Yine onun ardından da yol aldı diğer ikili.

Islak adımlar, geçilen yürüyüş yolunda izler bırakırken elleri ceplerinin içini buruşturan sarışın ise dudaklarını ısırıp hıçkırıklarının içine patlamasını sağlıyordu. Bıraksa kendini, yolun ortasında haykıra haykıra ağlama krizine girecekti hani.

Geldikleri yol tek kişi eksik dönüldüğünde apartmana girip çıktılar yukarı. Evlerinin önüne geldiklerinde ise zor bela kaldırabildiği parmağıyla zili çaldı Hyunjin. Bedeninden tüm güç çekilmiş gibiydi, yalnızca yığılmak için yatağına varmayı bekliyordu.

Kapıyı açan anneleri, karşısında gördüğü tuhaf hâlle kaşlarını çatmıştı.

"Hyunjin," diye hayret dolu bir şekilde seslenivermişti. Şiş ve kıpkırmızı gözlerle beklememişti oğlunu.

Hyunjin annesine aldırış etmeden içeri girmiş ve doğruca odasına koşmuştu. Diğerleri ardından gidecekken de annesi Chan ve Minho'yu durdurmuştu.

"Neler oluyor Tanrı aşkına?" deyip beklentili ve ısrarlı bakışlarını gezdirmişti ikilinin üzerinde, ardından kaşları daha da çatılmıştı. "Jeongin nerede?" diye de eklemişti.

Bu soruyla birlikte ikisi de tıkanık hissetmişti. Ne diyebilirlerdi ki? Denize karıştığını mı?

Bir süre ikisinin de ağzını bıçak açmadı, palavra sıkacak durumda hissetmiyorlardı. Kadıncağız ise hem endişeleniyor hem de sabrının son demlerini tüketiyordu.

"Ailesi gelip apar topar aldı, yurt dışına gitmeleri gerekiyormuş." elinden geldiğince inanılır kılmaya çalışarak uydurmuştu bir şeyler Minho. Sevgilisinin herhangi bir açıklama yapamayacak kadar halsiz olduğunun farkındaydı, bu durumda iş ona düşmüştü.

"Ne demek apar topar? Haber vermeliydiniz bize de."

"Biraz ani olduğundan ne yapacağımızı bilemedik. Gitmesi gerekiyordu bir an önce." dediğinde kurduğu son cümlenin ağırlığını da sırtlanmak zorunda kalmıştı. Kendini hâlihazırda yeterince sıkmış olan Chan ise bundan sonra odasına geçti, dahasını duymaya tahammülü yoktu.

Kadın fazlasıyla garip bulmuş olsa da tatmin olmuş bir şekilde salladı başını. Ardından kafasıyla, gidebileceğini söyler gibi, Chan'in odasını işaret etti. Bununla birlikte Minho da ayrıldı yanından, yorgundu hepsi de.

adore you | hyuninHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin