Hyunjin, kollarının arasındaki balıkla beraber varmıştı eve. Adımları o kadar yavaştı ki neredeyse bir saatte ancak ulaşabilmişti. Abisi ve Minho'nun da evde olduğunu bilmediğinden kapıyı çalmamış, cebindeki anahtarla girmişti içeri.
"Hyunjin, sen misin?" diye mutfaktan gelen bir ses ile kafasını çevirmişti. Abisini kapıda gördüğü zaman ise aşağı yukarı sallamıştı başını, yüzündeki tuhaflık biraz daha yoğundu. Chan'in de dikkatinden kaçmamıştı, fakat şimdi biraz beklemek istiyordu. Belki yemekten sonra bir şeyler konuşabilirlerdi beraber.
Abisinin onu durdurmadığına şükreden Hyunjin ise ayakkabıları ile montunu çıkarıp odasına girdi ve neredeyse eş zamanlı olarak da yatağa attı kendini elindeki kavanozla beraber. Tithis, hareketlenen su ile birlikte sallanıyordu, pür dikkat de izliyordu sarışın.
Zaten hayli karmaşık bir kafaya sahipken bir de ihtiyarın zırvalarıyla zıvanadan çıkmıştı. Zarardan başka bir işe yaramıyordu, tek verdiği kötü haberlerdi.
Yumuşak yatakta bacaklarını karnına çekerek küçüldü, Tithis de oluşturduğu yarım dairenin içine hapsolmuştu şimdi.
"Cidden ister miydin ki?" deyip parmağını vurdu kavanoza. "Seni bırakmamı."
Eskisi gibi heyecanlı heyecanlı hareket edip yanıtlamasını istiyordu fakat şu an bırak cevabı, en ufak kıpırtısını bile zar zor görebiliyordu.
"Ben istemiyorum, hiç hem de."
Alev alan parmak uçlarını vurduğu soğuk yüzeyde tiz tıkırtılar çıkartıyordu sarışın. En baştan, en temizinden düşünmeye çalışıyordu. Her şeyi bir zincir misali birbirine geçirip manâlı bir düzen oluşturma gayesinde olsa da bu allak bullaklık engel oluyordu bir şekilde, kafası almıyordu bazı şeyleri.
Bir süreden sonra bıraktı bunu yapmayı. Rutin işleri bile zor gelirken şu son günlerde, bırak böylesine bir kargaşaya kafa yormayı yemek yemeyi bile unutuyordu. Abisi ya da Minho hatırlatmasa öğünlerin farkına bile varmıyordu. Hoş, iştah namına kalan bir parça bile yoktu zaten.
Şimdi de o anlardan biriyken kapısının çalınmadan açılmasıyla gözlerini kaydırdı o tarafa ve gelen abisine kısaca göz attı.
"Yemek yiyeceğiz."
"Canım istemiyor."
"Hyunjin," deyip kapıyı ardından kapattı ve yaklaştı Chan. Kendisini yatakta iyice büzümüş kardeşinin yamacına oturdu, onunla beraber Tithis'i izledi bir süre. "Senin için bir şey yapamadığımın farkındayım."
"Kendim için bir şey istemiyorum ki."
"Neyden bahsettiğimi biliyorsun işte. Elimden bir şey gelmiyor, yalnızca seni ayakta tutmaya çalışıyorum." eli sarışının beresine gitti ve yavaşça kurtardı saçlarını. Sarı tutamlar yatağa dağılırken birkaç kez parmaklarını geçirdi içinden. "Son günlerde ne denli çöktüğünün farkında değilsin, elinde değil bu biliyorum ama izin ver de en azından yanında olabileyim. Odana kapanıp mahvolmayı bekleyemezsin, bize anlatmalısın her şeyi. Şu moruğu bile ne zaman sonra öğrendik baksana. O ana kadar hepsini içinde tutuyordun ve bunu bilmek beni öylesine hırpaladı ki kendimden nefret ettim. Mükemmel bir abi değilim belki ama çabalıyorum. En azından şu günler."
Hyunjin, birkaç kelimenin ardından gözlerini kapatarak dinlediği konuşmanın sonunda uzun zaman sonra kollarını cam parçasının dışında bir şeye sardı. Chan ise bu ani kucaklamayı anında kabul edip kardeşinin beline eliyle sakinleştirici bir biçimde vurmaya başladı. Verilen en ufak tesellinin de hâlihazırda ağlamaya meyilli kardeşini duygusal boşalmaya sürükleyeceğini biliyordu. Öyle de olmuştu.
"Hiçbir şeyi çözemiyorum, hiçbir şey bilmiyorum." dolu gözlerinin bulanıklığıyla duvarlara bakmak yerine sıkıca kapattı. "Bırakmam gerekiyormuş, buraya ait değilmiş. Tanrı aşkına, öylesine hayal âleminde yaşamışım ki bu gerçekleri göz ardı etmişim. Hiç gitmeyecek sanıyordum, her zaman yanımda kalacak diye düşünüyordum. Ama şimdi," yaş dolu hararetli konuşması kaçan hıçkırığıyla bölündü, Chan ise her bir kelimesini anlamaya çalışıyordu. "Şimdi vazgeçmem gerekiyor."
"Neyden bahsediyorsun?" diyerek kendinden ayırdı sarışını. Kaşları çatıktı.
Hyunjin ise omuzları sarsılırken koluyla gözlerini sildi, burnunu çekti.
"Yine o herifle mi görüştün?" diye sorduğunda çaresizce kafa salladı Hyunjin. "Ne dedi sana?"
"Minho hyung demişti ya," demişti ardından konuşmasını bölen hıçkırıklara aldırmadan. "Kendi balığı nerede diye, sordum bugün. Ölüyordu dedi bana, gitmesine izin vermiş. Döner diye de beklemiş fakat,"
"Hyunjin." diyerek durmasını sağlamaya çalışmıştı Chan. Anlatmanın iyi gelmediği aşikârdı.
"Dönmemiş." diyerek abisinin çabasını boşuna çıkarmıştı. "Ya Tithis de dönmezse?"
"Bırakmayı mı düşünüyorsun?" diye hayretle sormuştu. Hangi ara bunu düşünüp kararlaştırdığından bile habersizdi.
"Bilmiyorum, hiçbir şey düşünemiyorum."
"Hyunjin, bunun şakasının olmadığının farkındasın. Ciddi bir mesele bu, üzerine kafa patlatılması gerek."
"Onu ölüme terk edemem. Baksana," deyip yan taraflarında duran balığa bakmıştı kızarık gözleriyle. "Hareket ettiğine bin şahit ister. Bir şey yediği yok, bir belirtisi yok doğru dürüst. Öylece durup batışını mı izlemem gerek? Yoksa yalnızca bir parça ihtimale sığınıp salıvermem mi?"
"Buna karışamayacağımı biliyorsun. Bir şeyler yiyip biraz olsun uzaklaşmaya ne dersin? Hem belki Minho lazca konuşunca Tithis de yer yemini."
Chan, ortamı yumuşatmaya çalıştığı esprisinin etkisizliğini gördüğünde gülümsedi yalnızca. Bir kere daha kardeşinin saçlarını karıştırıp kalktı yataktan, kapının koluna ulaşıp indirirken de son defa mırıldandı.
"İhtimaller can yakıcı olsa da ayakta tutuyor insanı Hyunjin. Ben olsaydım berbat bir çöküntünün altında kalmak yerine o ufak ihtimale tutunurdum."
bölümü bilerek kısa tuttum ya zaten bundan bi şey çıkmaz öbür bölüm hr mr hart hurt çat pat güm bam gluk gluk🐟
ŞİMDİ OKUDUĞUN
adore you | hyunin
Fanfiction[tamamlandı] Hyunjin okul dönüşü yolda bulduğu minik balığı evine getirmişti fakat bulduğu şeyin sıradan bir balık olmadığından haberi yoktu. -banginho, seungbin. -düzyazı.