2.9

1.7K 301 167
                                    

Abisinin ardından Minho'nun da odaya gelip ısrar edişi ile zorunda kalarak oturmuştu sofraya Hyunjin. Kendi tabağının hemen yanında da Tithis duruyordu, daha demincek attığı yemler yine dibe doğru batıyordu. Sırf bu yüzden de ağzına lokma girsin istemiyordu sarışın.

"Bir şeyler yemelisin Hyunjin, bayılıp kalacaksın." diye uyarıda bulunmuştu Minho. Ardından kaşlarını çatarak tabağı işaret etmişti, bununla birlikte istemeyerek de olsa yemişti biraz.

Ağzındakileri dünyanın en mide bulandırıcı şeyleriymiş gibi çiğneyip zar zor yuttuktan sonra bu kadarının fazla bile geldiğini hissetmişti. Dahasını midesinin alabileceğini sanmıyordu, o nedenle yalnızca önündeki su dolu bardağı kafasına dikerek öğününü tamamladı.

"Uyuyacağım." diyerek kalktı yerinden.

"Hyunjin," diye lafa atılan abisinin lafını kesti. "Doydum, uyumak istiyorum sadece." dedi ve minik balığı da alarak çıktı mutfaktan.

"Yarın akşam annemler dönüyormuş!"

Chan'in arkasından bağırışını pek de umursamadan odasına girmişti. Aklında tek bir şey dönüp dururken başka meseleleri düşünmek zor geliyordu. Üstelik kafasındaki mevzu bırak farklı bir şeyi düşünmeyi, nefes almasını bile güçleştiriyordu sanki.

Sıkıntılı bir iç çektikten sonra ışığı açmadığından dolayı neredeyse hiçbir şeyi göremediği odasında ezbere adımlar atarak yatağını buldu ve kalın yorganın altına girdi elindeki kavanoz ile. Tithis'i de görmüyordu; gözlerini kapatmış, yalnızca ellerini cam yüzeyin üzerinde gezdiriyordu hissetmeye çalışırcasına. Başarısız da olsa gözleri kendi isteğiyle açılamayacak duruma gelene dek okşadı, balık adamı yanında düşündü. Kadife teniydi şimdi elinin altındaki, pembe elmacıklarıydı. Sertti, saydamdı.

Üzerine yükler binen göz kapaklarına yenilmeye başladığında zihninde olası sahneler oynayıp duruyordu. Rüzgârlıydı hava, sahildeydi.

🔹🔹

İçeri sızan kış güneşi ile ılık bir kuşluk vaktinde gözleri huzursuzca kıpırdanıp açıldı Hyunjin'in. Her bir uzvu şişmiş gibi hissediyordu, fazla mı uyumuştu?

Yatakta doğrulup gerindi, fakat öylesine kaskatı bir hâldeydi ki hiçbir işe yaramamıştı bu geriniş. Yavaş yavaş ayılmaya başladığında ise uzanıp yatağın diğer ucuna dayalı masadan telefonunu aldı. Tahmin ettiği gibiydi, saat on birdi ve günlerdir birikmiş olan onlarca cevapsız arama görünüyordu. Annesininkileri pek önemsemedi, muhtemelen ona ulaşamayınca abisini aramıştı. Gerçi diğerlerini de önemsediği söylenemezdi.Telefonuyla işi bittiğinde yeniden masaya bıraktı, bir daha ne vakit kullanacağı meçhuldü.

Dizlerinin üzerinde yatağının başına ulaştı bu kez. Kavanozu eline aldı ve santimlik mesafe kalmayacak şekilde yaklaştırdı yüzüne. Kaşlarını çattı, niçin dün gördüğü ufak kıpırtıları bile fark edemiyordu şimdi? Niçin biraz daha cansız görünüyordu?

Tüm bedenini turlamaya başlayan kalbinin sesi kulaklarında bile çınlamaya başlamışken içinde dönenlerin aksine dışarıdan bakılınca sadece titrek bir çene ve kırışmış bir alın görülüyordu. Olması gerekenden daha sakin bir tepkiydi sanki, olmasını bekliyormuş gibi.

Elindeki balık ile yataktan kalkıp odasından çıktı. Sanki uyanmasını bekliyormuş gibi de kapı tıkırtısını duyar duymaz koridorda biten abisi ve Minho'ya aldırmadan banyoya adımladı. Banyo lavabosunun kenarına kavanozu bırakıp suyu açtı ve yüzüne birkaç avuç vurdu, elleri suyun soğuğundan mı titriyordu yoksa bir tür panik hâli miydi bilinmezdi fakat göründüğü kadar durgun değildi içten içe.

Yüzünü kuruladığı havluyu yerine astıktan sonra minik balıkla beraber odasına döndü yeniden. Donuk ifadesi diğer ikiliyi endişelendirmiş olsa da Chan inceden sezebiliyordu nedenini.

Sarışın, üzerindekileri çıkarıp gardırobundan giysi çıkardı. Bunlar, Tithis'e giydirdiği ilk kıyafetlerdi. Manidar bir hatıraydı onun için, onunla yaşadığı diğer her şey gibi.

Saçlarındaki tokayı çıkarıp daha düzgün bir biçimde bağladıktan sonra yaklaşıp avuçları arasına almıştı balığı. Solukları hızlıydı.

"Söz vermelisin Tithis," deyip alnını dayamıştı. "Söz vermelisin."

Gözlerine doluşan damlaları sonraya sakladı, yanan burnunu bir kez çekti ve çıktı. Montunu ve ayakkabılarını geçirdi üzerine. Diğerlerine hiçbir şey söylemedi. Abisinin anlayacağını biliyordu, peşinden geleceklerini de.

Evden de çıktığında asansörü kullanmak yerine merdivenlere yöneldi. Belki biraz daha vakit kazanmak içindi bu.

Sekiz katı ardında bırakıp da apartmanı terk ettiğinde odasına doluşan güneş şimdi bedenini sarmıştı. Soğuk havanın etkisini de pek azaltmış denemezdi işin aslı. Öylesine ılıkça bir görevi vardı gökyüzünde.

Sarışın olabilecek en ağır adımlarla ilerlerken abisi ve Minho da peşi sıra gidiyordu. Ondan uzaktalardı, boş teselli sözcükleri ile de kafasını bozmak istemiyorlardı. Ondandı bu mesafeleri.

Normalde olması gerekenden daha uzun süren yürüyüşün ardından sahile varmışlardı. Hava rüzgârlıydı, sarışının topladığı tutamları kaçışıyordu tokasının arasından. Derince bir nefes çekti ciğerleri iyice dolsun diye, fakat dolan tek şey sıkıntılı bir hüzündü.

Yer yer beyazlaşmış olan kumların üzerinde ilerlemeye başladı. Hırçın dalgalar ayak uçlarına ulaşana dek yaklaştı, ayakkabısının önü ıslanmaya başladığında ise çömeldi. Sanki kendi isteğiyle yapmamış da düşüvermiş gibiydi. Şimdi üzerine de sıçrıyordu gelen birkaç damla.

Hyunjin, avuçlarında soğuyan kavanoza doğru eğildi. Kendini ne kadar tutmaya çalışmışsa da şimdi yapamayacak gibi hissediyordu, şimdi ağlamalıydı.

"Seni bekleyeceğim. Ne kadar sürerse sürsün," çatallı çıkan sesi gitgide boğuklaşıyordu. "O yüzden dönmek zorundasın, anlıyor musun beni?"

Soğuk yanaklarını ısıtan gözyaşları olması gerekenden daha fazla ıslatıyordu sanki ya da ayaklarına çarpan dalgaların yüzüne ulaşışındandı bu nemlilik.

Bir taraftan vazgeçmenin eşiğindeyken bir taraftan da bu anın çabucak bitmesini diliyordu. Artık herhangi bir kâbustan uyanmayacağını bilecek kadar sindirmişti olanları, o yüzden gitgelli olsa da kararının içten içe kesin olduğunun farkındaydı.

Titreyen ellerinden biri önce yanağına kayıp kuruladı üstünkörü. Ardından kavanozun kapağına uzandı, yaptığı her harekette de az evvel ıslaklığını aldığı yanakları daha beter bir hâl alıyordu.

Açılan kapağı kenara bıraktı ve son kez içeride dalgalanan su ile hareketlenen Tithis'e baktı. Onu ilk gördüğü zaman, ilk konuştuğu zaman ya da ilk öpüştükleri zaman. Hiçbirinde böyle bir felaket aklının kıyısında bile yoktu. O hülyalı günlerden bugüne nasıl gelmişlerdi aklı almıyordu, öylesine kapılmıştı ki oğlanın büyüsüne bundandı demek ki tüm mantığının darlığı.

Kızaran burnunu nefes kesen bir hıçkırıkla beraber çektikten sonra elindeki kavanozu yavaşça eğdi. Elleri titrediğinden dolayı su taşmaya başlamıştı bile, minik balık savruluyordu adeta içinde.

Birkaç damlayla, biraz da merakla devirdi sonunda cam kavanozu. Olan oldu işte o an, Hyunjin kendini tutamadı daha fazla. İhtiyarın dediği olmuştu, gözden kaybolmuştu Tithis.

Birkaç adım geriden kardeşinin sarsılışını seyreden Chan, Minho'nun eline uzandı. Kendisi de çökmek üzereydi, öylesine berbat hissediyordu ki kardeşini böyle gördükçe, bir şeyler yapamayıp yalnızca olanların izlediğinden ötürü mahvediyordu bu işe yaramazlık hissi.

Elindeki cam parçasını bir kenara atan sarışın ise ıslanmayı umursamadan dalgaların vurduğu kumların üzerine oturdu. Her bir bucağı titriyordu, gözlerini açık tutmak bile zordu. Kapattı bu yüzden, kafasını da dizleri üzerine koydu. Kendisi de onun gibi bir anda yok olmak istiyordu şimdi, amaçsız gibiydi. Çaresizdi tamamiyle, aciz sesi de yalnızca sayıklamalara müsaade ediyordu.

"Benden vazgeçemezsin Tithis."














bitiriyoruz.

adore you | hyuninHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin