Her gözyaşı yenilgi değildir. İnsan bazen daha fazla dayanabilmek için ağlar.
Fear the Fever - Digital Daggers
* * *
25. Bölüm - Kardeşler
"Sorma artık cadı, ondan bahsetmekten yoruldum."
"Üzüldün mü?" dedim masumca.
"Hayır. Daha doğmamıştı bile. Bunun ne demek olduğunu biliyor musun?"
Hırsla kafamı salladım. "O ölmüş. Ben doğduğumda o ölmüş. Öyle diyordu annem yemeğe gelen arkadaşlarına. Ağlıyordu bir de. Yine..." Ağabeyim hüzünle baktığında daha çok somurttum. Onu kıskanmıyordum ama ağabeyimi ne zaman üzse ona çok kızıyordum.
"Eğer doğsaydı... Nasıl biri olurdu ağabey?"
"Ka... Kamelya mı? Eğer doğsaydı bence sana benzerdi. Boncuk boncuk mavi gözleri olurdu böyle. Saçları da sana benzerdi ayrıca. Sarımsı kahverengi ne güzel olurdu değil mi?"
Kafamda doğmayan kardeşimi benim gibi ilkokul öğrencisi olarak hayal ederken bir yandan da gülümsüyordum. Prenseslere benziyordu...
Gülümseyerek önümde diz çöktü. Şimdi ondan uzun duruyordum. "Ama biliyor musun? Başımda zaten bir tane cadı var. İkincisi fazla gelirdi bence." dedi ve yanaklarımı acıtmamaya özen göstererek sıktı. Ben gülerek ellerinden kurtulmaya çabalarken ağabeyim huzursuz ve sıkkındı.
Durmaksızın yanağımdan çeneme doğru yaşlar akarken onun gözleri de gözlerime odaklanmıştı. Ağabeyim daha fazla benimle vakit geçirememişti, ertesi gün okuldan kaçırılmıştım. Dokuz yaşındaydım o zamanlar. On bir yıl... Koskoca on bir yıl sonra böyle karşılaşmıştık.
Tugay'ın oyunlarıyla tabi...
Dizlerimin üzerinde ona biraz daha yaklaştım. Neler döndüğünü anlamak ister gibi her hareketimi dikkatlice izliyordu. Ela gözleri ne kadar da güzeldi öyle. İlk defa fark ediyordum kıvrımlı kirpiklerini, kumral tenini, yana yatırılmış gür saçlarını. İlk defa fark edebiliyordum onu. Gözlerimin önündeki ışık sönmüş, sanki yeni görmeye başlamıştım.
Burada ağabey. Cadı'n burada. Canından çok sevdiğin kız kardeşin burada...
Gözlerimi elimin tersiyle sildikten sonra yerden destek alarak ayağa kalktım. Beni tanımıyordu, beni tanımamalıydı. Öfkeyle ellerim ilk saçlarıma karıştı. Saçlarım yetememişti ki bu sefer önümdeki sandalyeyi alarak duvara fırlattım. Sandalye büyük bir gürültüyle duvara çarpıp yere düşerken ağabeyimin siniri geçmiş olacak ki ne dosya hakkında itirazlarına devam ediyordu ne de kablolardan kurtulmak için çırpınıyordu.
Ağabey mi, Dicle? Ne çabuk sahiplendin böyle. Onca yıl sonra ona hala ağabey diye mi sesleneceksin. Ya ailen seni çoktan unuttuysa? Ölüsün sen, unuttun mu? Senin cenazeni bile yaptılar.
Kendim ile yaptığım savaşı bitirerek yavaşça ona doğru tekrar ilerledim ve önünde bağdaş kurarak oturdum. Ben onun gözlerinin içine baktıkça onun kaşlarının çatışı da gittikçe artıyordu. En son dayanamamış olmalı ki boğazını temizleyerek ilk o konuşmaya başladı. "Dengesizlik var sende. Bir yaptığın diğer yaptığına tutmuyor küçük. Artık beni öldürmeyeceğine göre içim rahatlasa da pek emin olamıyorum. Sonuçta ben doktor olsam deli raporu verebilirdim sana."
Söylediklerinin yarısı bana karşı hakaret içerse de içimden gülümsemek geliyordu ama yine de yapamıyordum işte. Yanağımda kurumaya yüz tutan gözyaşlarımı sildim, bir yerde takılı kalmıştım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Geçmiş Geçmişte Kalır mı?
TeenfikceDokuz yaşında kaçırılarak bir akademiye kapatılmış, daha sonra kendi başarım ile oradan kaçmıştım. Her şeyin bitmediğinin farkındayken bile normal bir yaşam sürmek için çalıştım ama tekrar en başa döndüm. Üstelik iki ayrı taraf beni isterken, özenle...