"Polat, abime haber vermedin değil mi?" demiştim on dakika önce. Ve o dakikalardan sonrası benim için kıyamet gibiydi.
Abim odadaydı, sağa sola dönerek bağırıp çağırıyordu.
Kendine kızar gibi bir hali vardı bana kızmaktan ziyade.
Neyse ki abimler Barlasların yanından ayrıldığında haber vermişti Polat.
"Abi bir sus gözünü seveyim, Umut nerede?" diye sormuştum abime sızlanarak.
"Dışarıda Polatın kucağında uyuyor." demişti derin nefesler alarak.
"İyi." demiştim, hemşire kolumdaki serumu çıkarmıştı. Çünkü bitmişti, ahahah ne kadar da komikti şimdi bu.
"Ada, o kim bana söyleyeceksin. Kendini harcamana izin veremem." demişti abim koluma girerken.
"Ne yapacaksın, öldürecek misin?" demiştim abime çıkışarak. Ayakkabılarımı giyeceğim sırada kapı açılmıştı.
"Az biraz müsade eder misin konuşmam gereken bir şey var." Bakışlarım sesin sahibine döndüğünde abim de aynı şekilde ona bakıyordu. Polatı öldürmeyen ne olsundu?
"Seslenirsin bitince." demişti abim ve odadan çıkmıştı. Söz konusu Barlas olunca gözünü bile kırpmadan güvenmişti, sonuçta nişanlısının abisiydi. Ama aynı zamanda da kendisini ölüme sürükleyen adamın kardeşiydi.
"Evet." demiştim ayakkabılarımı giydiğimde.
O ise cevap vermeden beni izlemişti bir süre. Bakışlarımı üzerinden çekerek kendimi çok çaresiz hissediyordum.
Bir kaç adım atarak yanıma gelmiş ve kollarını vücuduma sarmıştı. Bulunduğum yerde olduğum gibi kalırken ne hissettiğimi düşünmeye çalışıyordum.
"Sana ne olduğunu bana artık anlatacak mı birisi?" demişti, sesinin tınısı titrememe sebep olurken kollarını üzerimden çekmişti.
"Rutin oldu." demiştim gülümseyerek. O ise oldukça ciddiydi.
"Yağmur." demişti öfke ile.
"Ben bu akşam Amerikaya gidiyorum. Umuda daha fazla bakamam. Güzel bir iş teklifi aldım. Oraya dönüyorum yani." Beni üzen şeyin bu olduğunu düşünüyordu, keşke söyleyebilseydim.
Ölmek üzere olduğumu.
Hasta olduğumu.
"Bu ne demek?" Afallamıştı.
"Ne duyduysan o. Umarım, bir gün benden nefret etmezsin ve beni anlarsın." Odadan çıktığımda kapıdaki Polatı görmüştüm.
Bizi duymuştu yani.
"Yardım et." diyerek merdivenlere yürümüştüm. Peşimden koşar adım geliyordu.
"Ne oluyor?" Kolumu tutarak beni durdurması ile gözlerim dolmuştu.
"Kanser hastasıyım, geberiyorum, ölüyorum, daha devam etmeyeceğim çünkü yetişmemiz gereken bir uçak var." Polat hiç bir şey demeden beni havaalanına getirmişti.
Yol boyu sadece susmuştuk. Ağlıyordum, çok zor geliyordu. Bunca zaman ölmek için tedavi olmak istememiştim, ama şimdi her şey çok başkaydı. Umut benimle kalırsa, öldüğümde çok kötü şeyler olabilirdi, benimle gelseydi de kimsesiz kalırdı. En iyisi dönmemek üzere terk etmekti herkesi.
En güzeli de buydu, ölmeye gidiyordum. Abim dışında kimsem yoktu
Dönmemek üzere veda etmek neden bu kadar acıydı?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Belirsiz
Teen FictionSaatler, dakikalar, günler, haftalar, aylar ve yıllar girmişti araya. İki yıldır ne sesini duymuştum ne de adını. Beni öyle bir karanlığa hapsederek gitmişti ki, kendime gelemiyordum. Konuşmak, duymak, görmek, yaşamak... anlamsız geliyordu. Bir and...