Koskoca iki ay geçmişti, iki aydır, kendim gibi değildim. Dediğim gibi, Yağmurdan geriye bir şey kalmamıştı.
O gece tüm acısı ile içimde duruyordu hâlâ. Amacına ulaştırmıştım onu, yaşanmıştı o gece. Ağlaya ağlaya yaşamıştı o geceyi benimle.
Daha sonrasında ise yüzüne bile bakmadan, bir dakika daha beklemeden çıkmıştım evden. Ne o konuşmuştu, ne de ben.
Şimdi ise, bir dağ evinde, küçük bir nehrin önünde, ormanın içinde yatağıma uzanmış ağrıyan bacaklarım ile tavana bakıyordum.
Daha sonra ise telefonumu alarak rehbere girmiştim. Sezer abi bir kaç gün önce Amerikaya dönmüştü.
Onları havaalanında zorla uğurladıktan sonra görüşmemiştik daha sonra.
"Zamanlaman harika." diyerek açmıştı telefonu.
"Ne oldu ki?" Biliyordum aslında ama kıvrandırmak daha güzeldi.
"Söyleyemiyorum ya!" Gülmeye başlamıştım.
"Yaparsın sen, sadece iki kelime, seni seviyorum," Orada bir türk kızı ile tanışmıştı ve onun için gitmişti Amerikaya. "Telefonu versene ona." Onaylar bir mırıltı çıkardıktan sonra telefonu uzattığını anlamıştım.
"Ee, merhaba?" demişti kadın.
"Merhaba, ben, Sezer'in kız kardeşi yerine koyduğu Ada." Kadının gülümsemesin duymuştum.
"Ben Sezerin nesiyim bilmiyorum, çok kasılıyor karşımda, anlamadım." Gülümseyerek bulanan mideme küfürler etmiştim.
"Nerede, yanında mı?" Bu soru önemliydi tabii.
"Lavaboya gitti sanırım." Gülmüştü tekrardan.
"Sezere söyleme ama, seni çok seviyor, sadece onun bebeklerini kabul etmeyeceğinden korkuyor." Kısa bir sessizlik olmuştu.
"Ne desem, bilemiyorum, bende onu çok seviyorum ama düşünceleri neden böyle, bana güvenebilirsin belli etmem ona." Telaşlanması beni gerse de kasılan karnım ile yatakta doğrulmuştum.
"Bebekleri onun için çok önemli, sende öylesin, korkuyor olmalı." Yüzümü buruştururken zorla ayağa kalkmıştım.
"Tamam, çok teşekkür ederim. En kısa sürede onunla yanına geleceğim, seni yalnız bıraktığı için çok korkuyor." Acı ile gülümsemiştim.
"Önemli değil, görüşmek üzere." Telefonu acele ile kapatarak lavaboya ilerlemiş ve hızla elimi yüzümü yıkamıştım. İki aydır buradaydım, ve şehir içine gidip geldiğim için hava beni feci derecede çarpmıştı, ve sanırım üşütmüştüm.
Mutfağa ilerleyerek kutudaki pizzayı almış ve şöminenin karşısına geçerek yerdeki mindere oturmuş ve yemeye başlamıştım. Tam birinci lokmamı yutacaktım ki telefonum çalmıştı, ayağa kalkarak telefonumu almıştım. Polat arıyordu.
"Geliyorum, istediğin bir şey var mı?" Vardı ama utanıyordum.
"Yok, ne olacak ki?" Ahmaktım, fazla belli etmiştim.
"Söyle Ada, benden utanma." Gülümseyerek ensemi kaşımıştım.
"Şöyle, bol soslu bir hamburger ve kayısı suyu istiyorum. Canım çok çekti. Ama, marulu fazla olsun." Daha bir hafta öncesinde birden beyaz şarap içme isteği gelmişti ve İstanbula giderek şarap almıştım, ve bunun için tam olarak bir saat yol kat etmiştim.
"Tamam, yanında, brokoli salatası, ya da mantar da ister misin?" Böyle yaparsa her şeyi isterdim.
"Evet, evet lütfen!" Polat gülmüştü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Belirsiz
Teen FictionSaatler, dakikalar, günler, haftalar, aylar ve yıllar girmişti araya. İki yıldır ne sesini duymuştum ne de adını. Beni öyle bir karanlığa hapsederek gitmişti ki, kendime gelemiyordum. Konuşmak, duymak, görmek, yaşamak... anlamsız geliyordu. Bir and...