Hırsına gece 4 civarlarında uyumuş ve sabah kendimi zorlayarak öğleden sonra 2'ye kadar uyumuştum.
Göz altlarım kırmızıydı, göz bebeklerinin etrafı kan toplamıştı. Ben çok değişik bir şeydim arkadaş, madde kullanıyordum, bağımlıydım bir bakıma ama, o olmadan da yapabiliyordum. Bu her zaman böyle olmuştu benim için.
Aynı narkoz gibiydi, iyi hissettiriyordu o kadar, ötesi yoktu. Ve ben artık hiç iyi hissetmek istemiyordum.
"Oha be kızım, kan çanağı olmuş gözlerin." Polata aldırmayarak odama geri dönmüş ve saçlarımı tarayarak omuzlarıma bırakmıştım. Daha sonra ise beyaz bir tişört ve siyah bir pantolon giymiştim. Beyaz spor ayakkabılarımı da giyerek yüzüme bilinçli bir şekilde asla dokunmamıştım.
Telefonumu cebime koyarak salona gitmiştim, Polat merakla bana bakıyordu.
"Hadi gidelim Polat, her an vazgeçebilirim. Zaten yorgunum." Yoo fazla uyumuşum aşk parem dert etme sen.
"Tamam." Polat ile evden çıkmıştık. Sezer abi bugün çocuklarını bakıcıya bırakmıştı. Kendisi ise işe gitmişti. Aslında bende çalışıyordum ama Polat şu anda tam iyileşmediğim için işimi askıya aldırmıştı bildiğiniz.
"Polat seninle bir şey konuşmam gerek." Polat biliyormuş gibi yüzüme bakıyordu. Tavırlarımdan belliydi zaten.
"Söyle Ada." Sıkıntı ile derin bir nefes almıştı.
"Ben Amerikaya dönme kararı aldım." Polat şaşkınlıkla yola bakarken kendisinden çok fazla emindi.
İşte şimdi onu bir kez daha anlamıştım. Beni asla tanımamıştı. Peki keyfi bilirdi. Ben ne yapacağımı biliyordum.
Daha önce geldiğimiz bir kafenin önünde durmuştuk. Arabadan indikten sonra ilk işim hızla bir masaya oturarak garsonu sabırsızca beklemek ve hemen acı bir kahve söylemek olmuştu.
"Sana ne oldu Ada, ne bu halin yine? Başa mı sarıyoruz?" Kafamı sallamıştım sadece. Polat, umarım amacın sadece beni buraya konuşmak için getirmiş olmaktır.
"Ya boşver beni, yalnız diyeyim, bu sefer kesinim dönmeyeceğim." Polat beni hiç ciddiye almıyordu ve bu biraz daha emin olmamı sağlıyordu.
Kafamı dizimin üzerinde tuttuğum kahveye indirmem ile önümüzdeki sandalyeler çekilmişti. Kafamı kaldırmadan Polata çevirmiştim. Daha sonra ise dudaklarımı birbirine bastırarak gözlerimin dolmasını engellemiştim.
Bana bakmak yerine masaya bakıyordu. Maskelerim neredeydi yine?
"Arkadaşlarından söz etmemiştin Polat." Kafamı kaldırıp ikisine de bakmayacaktım. Kahveyi bir kaç yudumda bitirerek yanımızdan geçen garsonu durdurmuş ve bir kahve daha söylemiştim.
"Bir konuşsak mı artık?" Kafamı kaldırarak abime büyük bir ciddiyet ve soğuklukla bakıyordum.
"Neyi?" Demiştim kafamı sallayarak.
"Bizi, sizi her şeyi." Ne de güzel, bahsediyordu öyle.
"Ee, nesi varmış, sizin bizim." demiştim kelimeleri bastıra bastıra söylerken.
Gelen kahvemi alarak garsona gülümsemiştim. Masaya dönmeden önce giden garsonun ardından gülümsemeyi bırakmıştım. Daha sonra masaya döndüğümde abim bana şaşkınca bakıyordu.
"Ne işin vardı Ensarın evinde?" Abimden beklenen cümleler.
"İki çocuk daha yaparım diye gitmiştim." Büyük bir ciddiyetle söylediğim şeyler sonucunda abim şok ile başını öne etmişti. Şimdi daha iyi anlıyor olabilirdi beni belki. "Benlik Bir şey yoksa, uçağım var Polat." diyerek daha buhar çıkan kahvemi tek seferde içerek bardağı masaya bırakmıştım.
"Ne uçağı?" Barlas abim konuşmayınca araya girmişti, sesi kalbimi titretirken dışıma yansıtmadan tekleyen kalbim ile kendisine büyük bir ciddiyetle bakmıştım.
"Amerika, bakarsınız kanser bahanesi ile iki çocuk daha yaparım değil mi?" Abim kafasını kaldırarak bana acı içinde bakmıştı.
"Tekrar mı, yani hasta mısın?" Kafamı iki yana sallamıştım.
"Yok, bu sefer bahane kalmadı. Kafa boşluğu, gidiyorum işte ne yapacaksın allah allah." Polata dönmüştüm, kafasını biraz daha indirirse eğer yere gömecekti.
"Sanada helal olsun, şekerini istemiyorum. Keşke dün akşam planını eksik yapmasaydın da, iki yıldır tanıdığım bu kadın asla geri adım atmaz, deseydin onlara. Çünkü senden daha yabancı bir abim vardı, bir de, biri vardı işte." diyerek Barlasa bakmıştım, sadece gözlerime bakıyordu. Onu bir sıfata sığdırmak istemiyordum. Şayet bendeki yeri ne kadar geçerse geçsin, ne yaparsa yapsın hep büyük ve özel kalacaktı. Buda benim salaklık seviyesiydi işte.
"Yapacak bir şey kalmadı mı? Hem, sen bu kadar istemiyorsun, şüpheleniyorum, ne oldu?" diyerek bir bana, bir de Barlasa bakmıştı.
"Söylememi ister misin? Ne varmış duysunlar," kafasını sallayarak bakışlarını masaya çevirmişti. "Sena, Barlasın değil Ensarın kardeşi, adıda Dilanmış. Hatta bir de onu seven takıntılı var, bilsem belki ayak uydururdum ama anlamasam ölüyordum. Neyse takılmayın ufak detaylara, Ensar bana abilik yapar, senin yaptırmadığını, senin de yapamadığını, yapamayacağını yapar." Cebimden çıkardığım kahve parasının üstü bir parayı bardağın altına bırakmış ve ayağa kalkarak üzerimi düzeltmiştim.
Daha sonra ise telefonumu alarak cebime koymuştum.
"Düşünmeye değer bir şey yok, kasmayın bu kadar, gerçekten. Düşünmeyin, erken ölmenizi istemem." diyerek içeriden çıkmıştım.
"Ada! Bekle!" Ben mi büyütüyordum bilmiyordum ama abimi arkamda bırakmak içimden gelmiyordu.
Arkamı dönerek abime bakmıştım. Yanıma gelerek hemen önümde durmuştu.
"Bari şu içerideki adama yapma, kahroldu yokluğunda lan. Bari ona yapma, bana ne dersen de haklısın ama onun da sebepleri vardır elbet, benim yaptığım şeyin bir açıklaması yok evet ama onun vardır. Dinle bir kere." Aslında büyük bir vicdan yapıyorsun şu an, ben olsam, bende abimin yaptığının aynısını yapmaz mıydım sanki? Abim benden habersiz evlense bende abime tokat atardım.
Onlar benden çok sonra Sena hamile kalınca evlenmişlerdi. Bu olması gereken bir şeydi zaten.
"Abi, bana haksız olduğum bir şey söylesene." Abim kapıya bakarak bana geri dönmüştü.
"Barlas, yokluğunda, Umutu kucağına bile almadı, görmeye bile tahammülü kalmadı. Bir dinle." Abimin gözleri dolarken gözlerim kararıyordu. Kollarımı kaldırarak boynuna dolamıştım.
"Hisset-miyorum." Abim bir anda bana sarılırken gözlerimi açmayı deniyordum.
"Ada, Ada bir dur gözünü seveyim korkuyorum ya." Abim bir elini yüzüme koymuş bana sesleniyordu.
Nerede hata etmiştim peki, bana güvenmeyen bir insana karşı hata ediyor olamazdım değil mi?
Peki el kaldıran abime karşı?
Onu durdurmayan dayım?
Gözüme baka baka yalan söyleyen ve sahtelik içinde evlenen Sena'ya?
Hayır, hatalı olan ben değildim. Her zaman ben olamazdım değil mi hatalı?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Belirsiz
Teen FictionSaatler, dakikalar, günler, haftalar, aylar ve yıllar girmişti araya. İki yıldır ne sesini duymuştum ne de adını. Beni öyle bir karanlığa hapsederek gitmişti ki, kendime gelemiyordum. Konuşmak, duymak, görmek, yaşamak... anlamsız geliyordu. Bir and...