Ensar ile yaklaşık on dakikadır sessiz bir şekilde salonda oturuyorduk ve artık canım sıkılmıştı.
"Ne oldu Ensar baba, bu akşam çözemedin işi?" Biraz şive mi yapmıştım anlamamıştım ama olmuştu bir şeyler.
"Yenge hanım, hele az susta kendimize gelek." dediğinde gülmeye başlamıştım.
"Yenge hanımmış, Ensar ba-ba, sen kendine gelsen ne olacak? Adam beni alıyordu lan!" Ensarın gözleri büyürken kafasını yerden kaldırmış ve koyu kahve gözlerini gözlerime dikmişti.
"Bak yenge hanım, bana bir nevi emanetsin. Ben emanete hıyanet etmem, bizde Barlas abimin adamlarıyıh, onun dediği bir söz bizim nefesimizi keser, daha karşısında duramıyoruh sen ne diyorsun, onun sedigini kaçırmışım affeder mi ben bu saatten sora he, ben gemileri yakmışım yenge hanım." Neye atarlanıyordu bu yine ya, durduk yere laf koyup beni delirtiyordu.
"Barlas abin, nasıl benim yanımda bu kadar tehlikeli değildi?" O kadar çok soru vardı ki sorulacak, ilk bu gelmişti dilimin ucuna.
"Barlas baba kendini çok iyi gizler, değil sevgilisi, iki yıl yanında kaldım ben göremedim yenge hanım." diyerek elini gelişi güzel sallamıştı.
"Asıl mesleği ne?" Bu kez gülümsemişti.
"Polis, bunu da bilmiyordun değil? Bak sana diyorum ha yenge hanım, ne derse inan, ne demezse kork." Bu dediğinden çok şey çıkaramamıştım. "Iki mesleği var, ona biz her yerde baba deriz, o baba, ben abi, boşuna kalmadık tabi yanında iki yıl. Artık sende, aslanın eşi olursun yenge hanım." Gevşekçe gülmeye başlaması ile masadaki silahı alarak karnına fırlatmıştım.
"Yenge hanım, ama yenge hanım, böyle yenge hanım, şöyle yenge hanım." Ağzını gevelemem onu sinir etmiş olacak ki bir anda susmuştu.
"Bak yenge hanım, senin o ağabeyinin evlendiği kadın var ya, ha işte o benim kardeşmdir, tabi sen bunu da bilemen, ben demişim ama, Barlas baba her zaman doğrusunu yapar, o benim yanımda tehlikede." Bir anda yaşadığım şok ile kendime gelmem zor olmuştu.
"Sena?" Kafasını hayır anlamında sallamıştı.
"Onun adı Dilandır yenge hanım. Bak hele, dediklerimi duyurma, Sena biliyor ama, senin o ağabeyin bilmiyor, dersen bozuşuruz ona göre." Şok dalgaları vücudumu sarmaya devam ediyordu. Nasıl oluyordu bu ya?
"Tamam, Ensar ba-ba anladım, senin mesleğin ne?" Bu kez somurtuyordu işte.
"Avukatım ben yenge hanım." Öfke ile derin bir nefes almıştım.
"Oha be, her türlüsü var kardeşim. Züppesi var, oyuncusu var, rol yapanı var, kandıranı var, ihanet edeni var, doktoru var, polisi var, avukatı var, dünyanın en iyi yalancısı bile var, lan savcı bile var!" Hâlâ şoktaydım ve kendimi kontrol edemiyordum.
"Savci bıraktı yenge hanım, orayı karıştırma hele. Hem abim sana yalan söylemedi, o sana Sena kardeşim bile demedi, abin dedi sana. O sana söylememiş yenge hanım, demekki seni gerçekten sevmiş ha." diyerek kafasını sallamıştı. Sinirlerim kat kat daha artmıştı.
"Sevmek mi bu lan?!" Bana nasıl söylemezdi, bunca yaşananlara da mı saygısı yoktu bunun.
"Yenge hanım, insan birini seviyorsa, yalan söylemez, ama seviyorsa, gerçeklerle de işi olmaz. Bu ikilem seni yemesin olur? Hadi iyi geceler." Yerinden kalkıp bahçeye çıkmıştı ve ben sinirden daha fazla köpürmemek adına odaya çıkmıştım. Belimde duran silahı çekmeceye koyarken sinirden patlayacaktım.
Nasıl beni kandırmıştı? Yalan söylememişti ama kandırmıştı. Bu su götürmez gerçek daha fazla öfke ile dolup taşmama sebep olurken sinirle yataktaki kıyafetleri fırlatarak yatağa girmiştim. Bir de ne yazmıştı kapı önüne.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Belirsiz
Teen FictionSaatler, dakikalar, günler, haftalar, aylar ve yıllar girmişti araya. İki yıldır ne sesini duymuştum ne de adını. Beni öyle bir karanlığa hapsederek gitmişti ki, kendime gelemiyordum. Konuşmak, duymak, görmek, yaşamak... anlamsız geliyordu. Bir and...