''Daha önce söylemediğim için üzgünüm ama acil bir işim çıktı.''
Gözlerini devirdiğinden emindim çünkü bana cevap verdiğinde sesine yansıyan bıkkınlık neredeyse elle tutulacak hale bürünmüştü.
''Sana sorun olmadığını söyledim Seunghoon. Hem Youngwoo da burada. Biz hallederiz. Çok yoğun değil zaten. Sen halletmen gereken her neyse onunla ilgilen. Tamam mı? Şimdi kapatıyorum. İlgilenmem gereken masalar var.''
''Sana yemek ısmarlayacağım. Bir de sıkıca sarılacağım. Çok teşekkürler.''
Hoparlöre aldığım telefonu öteki elime alırken söyledim. Johnny sabah erkenden onu arayıp onu arayıp son dakika vardiyalarımızı değişmek istediğimi söylememe rağmen sinirlenmemiş üstelik söylediklerimi kabul etmişti. Ismarlayacağım yemeği de ona vereceğim sıkı sarılmayı da fazlasıyla hak etmişti yani.
''İlkini memnuniyetle kabul ederim ama ikincisine gerek yok.''
Güldüm. O bana veda edip telefonu kapatırken aynada yansımama baktım. Siyah bir sweatshirt ve yine siyah bir pantolon giymiştim. Başka ne giyeceğimi bilememiştim çünkü. Nereye ya da neye gideceğimden emin değildim. Seonghwa dün gecenin bir vakti mesaj atmış bana yeni bir adres göndermişti. Numaramı nerden bulduğunu bilmiyordum. Numarası da kayıtlı değildi. Mesajın altına ismini eklemese kim olduğunu bile bilemeyecektim çünkü. Attığı adrese mesajdaki saatte gitmemi yazmıştı sadece. Ona güvenmiyordum. Hayır. Elbette Seonghwa'ya güvenecek kadar aptal değildim. Beni sokmaya çalıştığı her neyse bulaşmayacaktım. Sadece bakacaktım. Uzaktan bakacak ne olduğunu ne yapmaya çalıştığını çözecektim.
Seonghwa sağlam pabuç değildi. Bunu oğlana bakarak bile söyleyebilirdim. Ondan uzak durmamı isteyen herkes haklıydı. Ama onun kardeşimle arasındakilerin bana anlatılanlardan daha fazla olduğunu hissediyordum. Seonghwa beni, yani kardeşimi, uzun süredir tanıyormuş gibi davranıyordu. Karşımda rahat ve fazlasıyla cüretkardı. Nedeni kanımı kaynatıyordu. Neden uzak durmamı istedikleri bu oğlan bana bir zamanlar aksini yaşadığımızı ima edip duruyordu. Ve neden kimse bu konuda bir şey bilmiyordu. Çünkü Baekhyun da Jongin de oğlanın beni rahatsız ettiğini ima edip duruyordu. Seonghwa beni rahatsız ediyordu çünkü beni sokmak istediği her neyse kabul etmeyip onu reddediyordum. Tüm anlatılan bunlardı ama ben düşünmeden edemiyordum. Her şey bu kadar basitse Seonghwa neden gitmeyeceğimden emin olduğu adresleri atıp duruyordu? Neden bir zamanlar ona bunun için yalvardığımı karşımda açık açık söyleyebiliyordu? Doğruluk payı olmasa bu kadar ısrar eder miydi?
Aklımda bunlar gibi onlarca daha soru vardı. Bu akşam en azından birkaçına cevap bulabileceğime inandığım sorular. Ama aynada gerilen yüzüme bakarken itiraf etmeliydim ki beni bekleyen cevaplardan da bir o kadar korkuyordum. Korkuyordum çünkü bazı olasılıklar ürkütücüydü. O kızıl Seunghoon'u bir şeylere bulaştırmış olabilirdi. Ve açıkça ortadaydı ki Seonghwa'nun kardeşimi soktuğu herhangi bir işten hayır falan gelmezdi.
''Kafayı yiyeceksin.''
Ayağı kalkmadan önce söyledim. Hazırlanmak için odama girdiğimden bu yana kendi kendime senaryolar yazmaktan başka bir şey yapmamıştım çünkü. Ve şimdi de başım ağrımaya başlamıştı.
''Sonunda kafayı yiyeceksin Oh Sehun.''
Yeniden söylenip aşağı indim. Şu ana kadar yaşadığım ya da yaşayacağım hiçbir şeyden bu kadar emin değildim. Ama biliyordum ki her şeyin sonunda ben gerecekten de kafayı falan yiyecektim.
Seonghwa'nın yazdığı yere gitmeden önce en azından bir kahve içmelik vaktim olduğuna karar verip mutfağa geçtim. Hazır kahvelerimden birini kupaya doldurup sıcak su ekledim. Mutfağa yayılan kokuyu derince soludum. Kahvemi yudumlarken beklememek adına telefonumu elime alıp bir taksi çağırdım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Chrysanthemum's Lullaby
ספרות חובביםKim Jongin onca insan arasında olamayacağım tek insan. Kim Jongin onca dileğimin arasında gerçekleşmesini istediğim tek dileğim.