''Salatadan da alsana Yeon. Sehun yaptı. Sen seviyorsun diye.''
Sessizlik. İlk günlerde canımı yakan şimdi yavaş yavaş alışmaya başladığım o derin sessizlik yine masayı sardığında yavaşça iç çektim. Uzanıp masanın ortasında duran salatadan biraz aldım ve karşımda yüzüm hariç her yere bakan kadının önündeki tabağa biraz bıraktım. Bana hala bakmıyordu. Ama en azından ret de etmemişti. Bu da bir şeydi. Teyzem de öyle düşünmüş olacak ki kardeşinin yüzünde dikkatle dolanan bakışları bana döndü. İkimizin yüzünde de sakin, küçük bir gülümseme vardı. Belki benimki bir miktar daha tereddüt doluydu.
Eve döndüğümden bu yana iki hafta, anneme olanları anlattığımdan beri ise on gün kadar zaman geçmişti. Günümün çoğunu odamda sessizce, ki bu buradan ayrılmadan önce de çoğunlukla yaptığım bir şeydi, kalanını ise yemek masasında ya da orda burada anneme yalvarmakla geçiriyordum.
Annem benimle konuşmuyordu. Ona her şeyi anlattığımda inkar etmiş, sonrasında da bana kendini tamamen kapatmıştı. Orda yokmuşum gibi davranıyor, öyleymiş gibi hissetmeme neden oluyordu. Beni affetmiyordu. Affedeceğe de benzemiyordu üstelik. Bunu bekliyordum. Annemin beni hemencecik affetmesini beklemek bencillik olurdu zaten. Ama beklentilerimin aksine bana bir kez bile bağırıp çağırmamıştı. Ve bu canımı daha çok acıtıyordu. Kızgın değil kırgındı. Ve ben hak ettiğimi düşünmeme rağmen buna katlanamıyordum. Annem bana daha önce asla böyle davranmamıştı. Bir yabancı gibi. Ya da bir hayalet. Kendimi gerçekten ölü hissetmekten alıkoyamıyordum. İçten içe gerçekten ölmüş gibiydim.
''Lütfen benimle konuş anne. Lütfen.''
Sesimin zayıf ya da titrek çıkmasını önemsemedim. Beni duymuştu. Tepki vermese de beni duyduğunu biliyordum.
''Yaptığımın yanlış olduğunu biliyorum ama...''
Bakışları hızla bana döndü. Kızarık gözleri kelimelerimi boğazıma dizerken öylece kalakaldım. Ağlamamıştı. Ama sanki birazdan ağlayacak gibiydi. Buna dayanamazdım.
''Yanlış mı?''
Soğuk sesi bedenimi titretti. Ellerim masanın altında birbirine dolandı. İşte yine aynı bakışı atıyordu. Bana kendimi yoldan geçen biriymişim gibi hissettiren o bakışı.
''Seoyeon. Onunla konuşman lazım.''
Teyzemin sakin sesini duyunca ikimizin de birbirine kenetlenen bakışı ona döndü. Annem karşımda başını iki yana usulca salladı.
''Onunla ne konuşacağım? Bana söyler misin?''
Konuşmak için, ki ne söyleyeceğimden emin değildim, aralanan dudaklarım titreyince onları yeniden kapadım. Ellerim masaya uzandı. Kavradığım ahşaptan destek alıp ayaklandım.
''Sehun. Hiçbir şey yemedin.''
Teyzem söyleyince omuz silktim. Ona aç olmadığımı söylemek istesem de doğru dürüst konuşabileceğimden emin olmadığımdan sessiz kalıp odama çıkan merdivenlere adımladım. Arkamda bıraktığım iki kadının sessiz mırıltıları ben merdiven basamaklarını çıkarken kulaklarıma çalınsa da ne dediklerini duyamadım. Umursamadım da. Odama gidip kapıyı yavaşça kapadım ve duvarın bir köşesinde kalan yatağıma oturdum. Sırtım soğuk duvara dayanırken karnıma kadar çektiğim dizlerime kollarımı doladım. Annem birlikte yaşamak için teyzemin yanına taşındığında bu küçük ama ferah odayı benim için ayırmışlardı. Hayır. Benim için değil. Çünkü etraftaki eşyaların, benim ve Seunghoon'un birkaç fotoğrafı dışında hiçbiri bana ait değildi. Bu oda bana değil Seunghoon'a ayrılmıştı. Benim eşyalarım eski evimizde bodrumdaki depoya taşınmıştı. Annem onları görmeye dayanamıyormuş çünkü. Teyzem öyle söylemişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Chrysanthemum's Lullaby
FanfictionKim Jongin onca insan arasında olamayacağım tek insan. Kim Jongin onca dileğimin arasında gerçekleşmesini istediğim tek dileğim.