Bölüm 11

100 16 5
                                    


''Neden bu kadar dalgınsın?''

Johnny dakikalardır silip durduğum boş masaya kısa bir bakış atıp sordu. Ben sonunda beynimdeki düşünceleri biraz olsun susturup doğrulurken o iyiden iyiye uzamaya başlayan saçlarını parmaklarının ucuyla geriye taradı. Omuz silktim. Johnny benimle aynı yaştaydı. Benden birkaç ay önce çalışmaya başlamıştı. Kıdemlim sayılırdı ve vardiyalarımız sık sık aynı güne denk gelirdi. Arkadaş canlısı biriydi ve iyi bir gözlemci sayılırdı. Gürültüden ve kalabalıktan nefret ettiğimi fark etmişti. Üstelik iyi biriydi. Yapmak zorunda olmasa da çok kalabalık masalara hep o bakıyordu mesela. Bu karşımdaki iri oğlanın benim için yapabileceği en büyük iyilikti.

''Önemli bir şey değil.''

Kısaca geçiştirdim. Dalgındım evet. Bunu gün içinde çokça fark etmiştim. Kendimi bir anda dakikalardır aynı noktaya bakarken yakalıyordum. Daha sabah aldığım kahveyi neredeyse Chanyeol'un üzerine döküyordum. Dalgındım ve bunun tek bir sebebi de yoktu.

''İstersen bugünlük izin al. Youngwoo'ya kendini iyi hissetmediğini söylerim.''

Başımı usulca iki yana salladım. Johnny iyi biriydi. Yaptığı teklifte içten olduğunu biliyordum. Ama ben günün kalabalığında onu bir başına bırakacak kadar bencil biri değildim.

''Hayır, hayır. İyiyim ben. Sadece aklımda bir şeyler var. Halledemeyeceğim bir şey değil. Üstelik...'' başımla hemen yanımızdaki duvara asılı ahşap saati işaret ettim. Johnny beni taklit edip saate döndü. ''...akşam saatleri gelmek üzere.''

Ve bu da kafenin en kalabalık saatlerinin yaklaştığını gösteriyordu.

''Tamam öyleyse. Yine de...''

''Beyler. Sohbetiniz bittiyse 12 numaraya baksanız iyi olur.''

Harin'in tiz sesi arkamızdan yükselirken ikimiz de o yana döndük. Yüzünde sevimli bir gülümsemeyle kafenin cadde tarafındaki masalarından birini işaret ediyordu. Aralarında konuşmaya başlayan bir çifte attığımız kısa bir bakışın ardından Johnny'le birbirimize döndük.

''Ben hallederim. Sen de şu masadan uzaklaş artık. Rengi açılmak üzere.''

O menülerden iki tanesini kapıp müşterilere yönelirken ben de Harin'in yanına adımladım. Ancak oturmaya vakit bile bulamamışken giriş kapısından yükselen sesle o yana döndüm. Yedi sekiz kişilik bir grup kafenin en köşesindeki masaya geçerken bakışlarım üzerlerinde gezindi. Aralarında küçük şakalaşmalar ya da çıkardıkları gürültü bu kafenin yabancı olduğu bir şey değildi. Zaten genellikle üniversite öğrencilerini ağırladığımızdan alışkındık. Bu beni hala rahatsız ediyordu ama karşımdaki oğlanların çıkardığı gürültü o an için umursadığım şeylerden biri değildi. İçlerindeki tanıdık bir yüz gözlerimi kısmama neden oldu. Başka biri olsa nerede ne zaman gördüğümü düşünür dururdum belki. Yüzleri kolay unuturdum çünkü. Ama onu değil.

Kafedeki varlığı diğer herkesin içinde kendini belli eden bu oğlan kendine has tarzıyla onu unutmamı zorlaştırıyordu. İyice kısalttığı ama rengi onu son gördüğüm kadarki parlaklığını koruyan kırmızı saçları, ilginç desenli dövmesi ve alaycı gülümsemesi unutulacak bir şey de değildi üstelik.

Oğlanı sadece bir kez görmüştüm. Sadece bir defaydı ve beni tekrarını yaşamayacağımı dileyecek kadar rahatsız etmişti. Adını bile bilmiyordum ama onu görmek istemiyordum. Bu yüzden bir umut Johnny'e baktım. Ama o ilgilendiği masadaki çifte menüyü açıklıyor gibi görünüyordu. Derin bir nefes aldım. İşi henüz bitmemişti. Yeniden kalabalık gruba döndüm. Yöneldikleri masaya yerleşmişlerdi bile. İç çektim. Koyu bir çift göz benimkileri buldu. Kırmızı saçlı oğlan bana bakıyordu. Yeniden derin bir nefes aldım.

Chrysanthemum's LullabyHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin