''İstemiyorsan yapmak zorunda değilsin.''
Jihun bakışlarımın yine odanın bir köşesindeki sandalyenin üzerine dikkatle bıraktığım takım elbiseye kaydığını fark etmiş olmalı ki söyledi. Benim evimdeydik. Jihun kafa karışıklığıma iyi geleceğini söyleyip bir film açmıştı. Konusu neydi ya da filmde hangi oyuncular oynuyordu bilmiyordum. Filmin yarısındaydık ve ben tek kelimesine bile odaklanmamıştım çünkü. Onun yerine başımı Jihun'un omuzuna yaslamış, gözlerimi ekrana dikmiş kendi düşüncelerime dalmıştım. Ama gözlerim ara ara boş boş baktığım ekrandan benim için gönderilmiş, pahalı olduğunu buradan bile anladığım takım elbiseye kayıp duruyordu.
Elbiseyi babam bir şoförüyle göndermişti. Benimle akşam yemeği yemek istiyordu. Güzelce hazırlanıp yemeğe katılmamı, istemiyorsam da bunu birkaç saat öncesinde ona bildirmemi istemişti. Cevabım olumluysa şoförünü gönderip beni aldıracaktı. Yemek bu akşamdı ve karar vermek için dört saatten daha az vaktim vardı. Ama ben ne yapacağımdan emin değildim.
''Sorun istememem değil. Aslında... '' Durup derin bir nefes aldım. Jihun filmi durdurdu. ''Aslında onu özledim.''
Onu özlemiştim evet. Babamın Seunghoon'la arası kötüydü. Üstelik nedeni hakkında çok da bir şey bilmiyordum. Seunghoon deftere sadece babamın bana eskisi gibi davranmayacağını yazmıştı. Benden hoşlanmayabilir beni baskılayabilirdi. Bu o defterde öğrendiğim en acı şeydi üstelik. Kardeşimi buraya bunun için göndermemiştim çünkü.
Ben üniversiteye gitmemeyi seçmiştim. Ve benim aksime şehirde iyi bir üniversitede okumaya hak kazanan kardeşim için en iyisinin bu olduğuna karar vermiştim. Seunghoon burada istediği hayatı yaşayacaktı. İstediği okulda okuyup babamın büyütmek için yıllarını harcadığı şirketinin başına geçecekti. Üstelik buna inanmıştım da. Yaz tatillerinde kasabaya gelen babam ve Seunghoon'un benim ve annemin karşısında sergiledikleri mutlu aile tablosu fazla inandırıcıydı çünkü. Aksini düşünmemiştim. Ya da yemekte attığımız yüksek kahkahalarda aksini bulmak için çabalamamıştım.
Yine de hepsi yalandı. Babamın Seunghoon'u böylesine kendi haline bırakması yaşadığım tüm yalanlardan daha sarsıcıydı üstelik. Buraya geldiğimden bu yana beni bir kez aramamıştı. Onu bir kere bile görmemiştim. Tüm bunlar, kardeşimin yaşadığı bu hayat için suçlanması gereken kişilerden biriydi belki. Biliyordum. Hatta bunun için ona hem kırgın hem de fazlasıyla kızgındım. Ama özlemiştim işte. En az annem kadar onu da özlemiştim. Bu yüzden Jihun'un karşısında bunu kelimelere dökmekten çekinmedim.
''O halde gidiyorsun?''
Omuzuna dayandığım oğlan yana dönmek için bedenini hareket ettirirken başımı yaslandığı yerden kaldırıp ona döndüm. Yüzü her zamanki huzurlu ifadesizliğine bürünmüştü. Usulca başımı salladım.
''Gidiyorum.'' Diye mırıldandım.
Ellerinden biri usulca kalkıp gözaltlarıma küçük dokunuşlar bıraktı.
''Ben gideyim o halde. Öncesinde biraz uyusan iyi olur. Stresten uykuların kaçmış belli ki.''
Haklıydı. Gitsin istemiyordum ama onu reddetmeme izin vermeyeceğini biliyordum. Muhtemelen beni uyumaya zorlardı. Ama Jihun evimi sessizce terk ettikten sonra bedenimi saran gerginlik uyumama izin vermekten uzaktı. Koltukta bedenimi gevşetmek için verdiğim bütün çabaların boşa olduğunu anladığım an usulca ayaklandım. Banyoda uzun bir duş aldım. Her zamankinden daha sıcağa ayarladığım su iyi gelmişti. Saçımı iyice kurulayıp babamın gönderdiği takımı giydim.
Siyah gömlek, siyah pantolon ve ceketten oluşan kıyafet üzerime tam olmuştu. Aynada kendimi kontrol ettim. Saçlarıma şekil vermek için parmaklarımla tutamlarımı taradım. Hazırdım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Chrysanthemum's Lullaby
FanfictionKim Jongin onca insan arasında olamayacağım tek insan. Kim Jongin onca dileğimin arasında gerçekleşmesini istediğim tek dileğim.