''Koş. Durma öyle takip et beni.''
Kimdi bilmiyordum. Depodaki bütün ışıkları söndürmüşlerdi. Yüzünü göremiyordum bile. Etrafımda büyük bir telaş vardı. Birkaç kişi kaçarken öylece kalakalmış bedenime çarpmıştı. Ama hissizleşmiş gibiydim. Beynim bütün düşünme yetisini kaybetmişti. Çünkü iyiden iyiye soğumaya başlamış ellerimden birinde hissettiğim o tutuş olmasa hareket etmeyi aklımın ucundan bile geçirmeyecektim. Ama biri o kalabalıkta beni bulmuş ellerimden birini sıkıca kavramıştı. Beni kendiyle birlikte o an için tek ışık kaynağı olan kapıya sürüklüyordu.
Evet, kimdi bilmiyordum. Çünkü kulaklarıma dolan sesi bana yabancıydı. Ya da kala çınlayan kulaklarım yüzünden ayırt edemiyordum. Emin değildim. Ama ona karşı çıkmamıştım. Her kimse şu an beni kurtarıyordu çünkü. O olmasa orada öylece kalmaya devam edecektim büyük ihtimalle.
İçerinin dışarıya taşan telaşı arasından hızlıca sıyrıldık. Sonunda biraz olsun aydınlık bir yere çıktığımızdan yeni yeni fark ediyordum. Uzun boyluydu. Erkekti. Siyah kapüşonlu bir hırka giymiş kapüşonunu yüzüne iyice çekmişti. Gözlerim artık etrafımı biraz biraz ayırt etmeye başlamış olsa da yüzünü hala göremiyordum. Ama bu, o an için umurumda dahi değildi. Beni istediği yere sürükleyebilirdi. Karşı çıkacak halde değildim.
Bu yüzden ona izin verdim. Elimi saran parmaklara benimkileri doladım. Gözlerim yanımızda sağa sola kaçışan, ve az önce çektikleri uyuşturucu yüzünden olsa gerek, çoğunlukla sendeleyen insanlarda dolaştı. Bazıları kaçıyor bazıları pes etmişçesine kendilerini öylece boş alana bırakıyorlardı.
Etrafımdaki bu gözlemimi seslerini şimdi daha iyi duyabildiğim siren sesleri bozdu. İçinde olduğum durumun ilk defa o an farkına vardım. İçime anlık bir korku doldu. Önümdeki oğlan durdu. Yanıp sönen ışıklarıyla görüş alanıma giren birkaç polis arabasıyla bir adım kadar gerileyip omuzumu tutan oğlan bir küfür savurdu.
''Bu taraftan.''
Az önce geldiğimiz yolu gerisin geriye döndük. Deponun önündeki konteynırlara ilerlediğini fark ederken ayaklarım oğlanın hızlı adımlarına alışmaya başlamıştı bile.
Dar konteynırlar arasında önde o arkada ben yapabildiğimiz kadar hızlı ilerledik. Sonunda iki konteynır arasında kalan karanlık, dar bir yere durup bana döndü. İki eli omuzuma yükselip beni o karanlık köşeye çekti. Bedeni beni takip edip aramızda yarım karıştan az bir mesafe bırakarak önümde durdu. Başını az önce geldiğimiz yere uzatıp etrafı kontrol ettikten sonra bana döndü. Gözlerim hala alışamadığı karanlık yüzünden kısılırken yüzüne bakmaya çalıştım. Elleri hala omuzumda, ben arkamdaki çelik konteynıra yaslıyordu. Nefesi neredeyse saçlarımı okşuyordu. Vücudundan hafif bir parfüm kokusu yayılmaya başlamıştı. Tüm bunların tanıdık olduğunu içime çektiğim kesik nefeslerle burnuma dolan o kokuyu soluduğumda fark ettim. Ellerimden biri yüzüne yükseldi. Kapüşonunu hafifçe geriye çektim. Artık görebildiğim yüz dudaklarımın aralanmasına neden olurken konuşamadım. Yapabilsem burada ne aradığını soracaktım çünkü.
''Sakin ol.''
Farkındaydı. İyi olmadığımın da yakalandığım küçük krizin de... Omuzumdaki elleri yavaşça kayıp hala titremeye devam eden ellerimi sıkıca tutarken her şeyin farkına olduğunu biliyordum. Nasıl yapıyordu bilmesem de o zaman da fark etmişti. O aptal partide beni öpmeden önce...
''Jongin.''
İsmi titrekçe çıktı dudaklarımdan.
''Evet. Buradayım. Birazdan buradan çıkacağız. Beni iyi dinle Sehun. İki sokak ötede arabam var. Sana söylediğimde koşacağız. Arabaya kadar durmadan koşacağız tamam mı?''
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Chrysanthemum's Lullaby
FanfictionKim Jongin onca insan arasında olamayacağım tek insan. Kim Jongin onca dileğimin arasında gerçekleşmesini istediğim tek dileğim.