Parmakların küçük düğmeye şöyle bir dokundu. Okşar gibi yavaşça yeniden duvarı bulup oraya tutundu. Derin bir nefes aldım. Gözlerimi sıkıca kapayıp yeniden açtım. Koridorun ışığı bende herhangi bir hareket yakalamayınca kapandı. Kaç dakikadır buradaydım? Kaç dakikadır tereddüt içinde kıvranıp duruyordum oğlanın kapısında? Bilmiyordum. Gerçekten bilmiyordum çünkü bu akşam her şey gibi zaman algımı da yitirmiştim. Zaman algımı, düşünce yetimi, cesaretimi ve kontrolümü. Hepsini bir çırpıda, bir dokunuşa yitirmiştim hem de. Yine de bende yitip gitmeyen bir şeyler kalmış olmalıydı. Bu akşam kendimde kaybetmediğim ne varsa o beni buraya taşımıştı. Buraya, Jihun'un küçük apartman dairesine.
İlk gelişim değildi. Aslında oğlan bir akşam bana bildiği her şeyi anlattığı günden bu yana sık sık yanında buluyordum kendimi. Oğlanın bana iyi geldiği kesindi ve bir de Jihun yanında rol yapmama gerek duymadığım tek kişiydi. Dilediğim şeyi yiyebiliyor, dilediğim şeyden şikayet edebiliyordum. Herkes gibi bana neden değiştiğimi, neden artık akşam eğlencelerine katılmadığımı ya da tabağımdaki bezelyeleri neden ayırmaya başladığımı sormuyordu. Jihun bana hiçbir şey sormuyordu. Yanına gittiğimde ya da o benim yanıma geldiğinde film izliyorduk mesela. Basit şeylerden konuşmuyorduk. Bazen, ben o gün çok bunalmışsam ağlamalarıma sessizce eşlik ediyordu. Omuzuma yaslanmama izin veriyor, bana sıkıca sarılıyordu. Jihun bana olabilecek en iyi şekilde destek oluyordu. Oğlan Seunghoon'un bana bıraktığı son hediye gibiydi hatta.
Bu yüzden bu akşamımın sonunda da kendimi kapısının önünde bulmam şaşırtıcı değildi. Jihun'un desteğine ihtiyacım vardı. Hayır, itiraf etmek gerekirse Jihun'a ihtiyacım vardı benim. Parmaklarım az önce yavaşça okşadıkları düğmeye bu kez kararlı bir şekilde yöneldi. Koridorun ışığı yeniden yandı. Kapı zilinin yüksek sesi sessiz koridorda yankılanırken bakışlarım ardını görebilecekmişim gibi önümdeki kapıya yöneldi.
Jihun beni bekletmedi. Yarım dakikanın ardından kapı yavaşça aralandı. Gri eşofman altı, siyah salaş tişörtü ve omuzuna şöyle bir attığı havlusuna yayılmış ıslak saçlarıyla uzun bedeni aralanan kapıdan göründü. Yeni duş almış gibiydi. Saçlarının ucundan hala sular damlıyordu hatta. Uyumaya hazırlanıyor olmalıydı. Eh, saat gecikmişti. Başka zaman olsa onu bu saatte rahatsız ettiğim için utanırdım belki ama bu akşam diğer başka hiçbir akşamıma da benzemiyordu. Bu yüzden şaşkın sesi ve kalkık kaşlarıyla beni orda görmeyi beklemeyen oğlanın yavaşça ismimi söylemesine dudak büktüm. Anladı. Jihun görüp görebileceğim en anlayışlı insan olmalıydı hatta. İnsanları analiz etmekte mükemmeldi. Tek bir bakışı bile bir sorunum olduğunu anlamasına yetmiş de artmıştı bile. Bu yüzden ağzımı bile açmamış olsam da yavaşça kayıp içeri geçmem için bana yer açtı. Sessiz davetine uyup içeri adımladım.
''Üzgünüm. Geç oldu.''
''Partiye gideceksin sanıyordum.''
Salona adımlarken gözlerimi devirdim.
''Kaçtım.''
Neşeli kahkahası arkamdan yükselirken benim de dudaklarıma küçük bir gülümseme yerleşti. Haklıydım işte, gerçekten de Jihun'a ihtiyacım vardı.
''Neden?''
Hemen yanıma oturdu. Omuzundaki havluya uzandım. Yapacağım şeyi anlayıp arkasını döndü. Havluyla saçlarını nazikçe kurulamaya başlarken dudak büktüm.
''Kalabalıktı.''
''Başka?''
''Baekhyun ve Chanyeol beni o kalabalığın ortasında yalnız bırakıp kutu biralara koştular bir de.''
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Chrysanthemum's Lullaby
FanficKim Jongin onca insan arasında olamayacağım tek insan. Kim Jongin onca dileğimin arasında gerçekleşmesini istediğim tek dileğim.