Bölüm 8

105 17 29
                                    


''Benden kaçıyor musun?''

O an kendime lanetler yağdırdım. Annem duysa beni fena haşlardı belki ama haklıydım. Bile bile girmiştim derse. Lanet olsundu bana.

''Kaçtığım falan yok.''

Çenesini neredeyse omuzumda hissettiğinden o yana dönmeye bile çalışmadım. Yakınımdaydı. O zamana kadar arkamda, arkadaşlarıyla aynı sıraya otururdu. İlk defa yanıma geçmiş, üstelik bunu tam da ders başladığı an yapmıştı. Bu yüzden kaçamamıştım. Şimdi Kim Jongin'e ve iyiden iyiye kulaklarıma yaklaştırdığı dudaklarından çıkan kalın sesine istemediğim kadar maruz kalıyordum.

''Bir haftadır ders saatlerini değiştirdiğini duydum.''

Evet yapıyordum. Ve bunu bu hafta da yapamadığım için kendime ne desem azdı. Ama yapamamıştım. Kafedeki vardiyam okul çıkışına denk geliyordu.

''Beni mi sorduruyorsun sağa sola?''

Omuzumu, çenesinin küçük baskısından kurtarmak için yavaşça salladım. Güldü. Kısık gülüşü az öncesinde çatılmış kaşlarımın daha derin çatılmasına neden oldu.

''Yapamaz mıyım?''

''Yapamazsın.''

Başım hızlıca ona döndü. Bakışlarımı üzerine doğrulttuğum an yavaşça arkasına yaslandı. Siyah sweatshirt ve kot pantolonuyla her zamanki rahat stilini devam ettiriyordu. Umursamaz tavrına ve yüzüne oturttuğu gevşek gülümsemeye dikkatle baktım. Benimle dalga geçiyordu. Düşünebildiğim tek şey buydu ki bu da kanımın kaynamasına yetmişti bile.

''Yapamazsın.'' diye yeniledim.

Az önceki alaycılığından yavaşça sıyrılan bakışlarının daha yumuşak bir şeyler kazanmasını izlerken elim önümde rasgele bir sayfasını açtığım kalın kitaba yöneldi. Bakışları yüzümden kopup ellerimin hareketini izlerken sakin ifadesi sarsılmadı.

''Çıkacağım. İzin ver.''

Kitabı çantama sıkıştırırken sessizce söyledim. Ders de devamsızlık da umurumda değildi. Çünkü o an fark etmiştim ki Kim Jongin denen bu oğlandan kaçmamın tek nedeni Seunghoon değildi. Esmerde benim ondan koşarak uzaklaşmama neden olan bir şeyler vardı.

Bana izin vermeyeceğini düşündüğüm kısa bir anın ardından yavaşça ayaklandı. Amfinin arka kapısına yönelmek için dar sıraların arasından usulca süzüldüm. Esmer bedeni arkamda bırakıp amfinin kapısını yavaşça kapadığım an derin bir nefes aldım.

Kaçıyordum. Bu inkar ettiğim bir şey değildi. Kaçıyordum çünkü ardımda bıraktığım oğlana vereceğim bir cevabım yoktu. Jihun söylememi istiyordu. Ne var ne yoksa oğlana anlatmamı istiyordu. Ama kardeşim bana yazdığı son mektubunda tam tersini yazmıştı. Kimse bilmeyecekti. Ne gidenin o olduğunu ne de ardında kalanın ben olduğumu. Bu Seunghoon'un benden istediği ilk şeydi. İlk defa benden bir şey istemişti kardeşim. Sorularım da sorunlarım da vardı evet, ama hiçbiri onun son isteğini yerine getirmeme engel olamazdı. Ben de farkındaydım. Öğrendikleri an ne Baekhyun ne de Chanyeol beni affedecekti. Hatta belki Jongin bile. Yine de yaşanacak hiçbir kırgınlık bana aksini yaptıramazdı işte.

Bu yüzden kaçacaksam kaçardım. Yalan söyleyeceksem yapardım. Kötü insan olacaksam olurdum.

Ellerim omuzumdan kaymak üzere olan çantama sıkıca tutunurken adımlarım hızlandı. Üniversitenin büyük kampüsünü hızlı adımlarla aşıp caddeye açılan kapısından dışarı çıktım. Şehrin en büyük ve kalabalık caddelerinden biriydi. Bu yüzden buradan nefret ederdim. Yanımda yürüyen herhangi bir insana temas etmeden istediğim yere yürüyemiyordum bile. Bu da benim için olabilecek en kötü durumlardan biriydi. Neyse ki Chanyeol'un iş için bana ayarladığı kafe üniversitenin hemen karşısındaydı. Önümden hızlıca geçen birkaç arabayı bekledikten sonra yola atıldım.

Chrysanthemum's LullabyHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin